seni öpmeliydim, biz yağmur altında koşuyorken.

192 33 219
                                    

****

Elleri soğuğun verdiği çatlaklara ev sahipliği yaparken burnunun ucuda allaşmaya başlamıştı. Kış yağmurları, dur durak bilmeden her gün şehiri mesken tuttuğundan şemsiyesiz dışarı çıkmak imkansız olmuştu artık. Aralık ayının sonlarında oldukları için de soğuk iyice belirgin bir hale gelmişti.

Taehyung gri şemsiyesini omzuna yaslayarak yürürken hafifçe çiseleyen yağmurun şemsiyenin yüzüne vurarak çıkardığı huzurlu sesi dinliyordu dalgınca.
Birkaç gündür kafasını toplamak nerdeyse imkansız hale gelmişti. Dalgın davranışları, yüzünde sebepsizce oluşan küçük gülümsemesi ve durup durup iç çekmesi, Jennie'nin onun kafasına havlu fırlatmasına sebep olmuştu sayısız kere. Ama o, havluları dert etmeyip her defasında kardeşine kocaman bir gülümseme ile karşılık vermişti. Jennie de şaşkındı. Kardeşine bir hâller olduğunun farkındaydı. Sadece sebebini anlayamıyordu, o kadar.

Taehyung ise, içmeden sarhoş oluyordu. Göğüs kafesinin içinde kanatlarını hiç durmadan çırpan bir serçe besliyordu. Bir anda bedenine yüklenen bu hislerin nasıl geldiğini veya neden geldiklerini asla anlayamıyordu. Ama sonra biraz duruyor ve şöyle düşünüyordu. "O kime olsa aynı duyguları hissettirir, güzelliğinin, duruluğunun gereği bu."

Onu gören bütün herkes böyle hissediyordu diye düşünüyordu. Ve bu biraz kıskançlık tohumları serpiyordu yüreğinin üzerine. Daha adını bile bilmediği bir kadına karşı kıskançlık hissetmesi ne kadar doğruydu bilmiyordu fakat kendisini alamıyordu bu duyguların hiç birinden.
Kafeye sadece can sıkıntısından giderken akşam üzerine doğru bir davetsiz misafiri ağırlayacağını bilmiyordu kalbi. Taehyung da bilmiyordu. Tahmin bile etmiyordu.

Ki zaten böyle şeyler tahmin edilebilir miydi?
Sorusu kadar cevabı da oldukça barizdi.

Bacağında hissettiği titreme dalgın olan onu bir anda irkiltirken kısa süreli bir korku yayılmıştı bedenine. Ama çok uzun sürmeden bacağında hissettiğinin, uzun paltosunun cebinde duran telefonu olduğunu çok geçmeden anlamış ve yürümeye bir son verip elini cebine atmıştı.

Titreşim de olan telefonun ekranında yazan isim kaşlarının hafifçe çatılmasına, öfkenin bedenine yavaş yavaş yayılmaya başlamasına neden olmuştu. Ve aklında sabah yaşadığı anlar teker teker oynadı. Yeşil, yuvarlak tuşa basıp onu kulağına götürürken eş zamanlı olarak tekrar yürümeye de başlamıştı.

"Taehyung! Nerdesin sen? Çabuk kafeye gel! Yoksa bu cadı kız kardeşin akşama cenazemi çıkaracak bu kafeden!"

Sessizce çemkiren ses, kulağa oldukça komik gelse de, Taehyung'un sinir seviyesi çok daha ağır bastığından pek gülecek durumda değildi. Sabah bir tatsızlık yaşamasaydı eğer, muhtemelen şu an arkadaşının dediklerine kahkaha atıp dalga geçiyor olurdu.

Ama Taehyung sesinin tonunu kontrol ederek sabah telefonlarını açmayan arkadaşına hiç beklemeden laflarını arka arkaya sırasıyla dizmişti.

"Sabah arabamı benden izinsiz çalıp giden sen değil miydin, ha! Neyle geleyim oraya hemen? Hem sen kime sordun da benim arabamı benden izinsiz alıyorsun?"

Önünde çakıl taşına ayağıyla bir tekme savururken gözleriyle taşın kaldırımda hızla yuvarlanıp gidişini izledi arkadaşının bir cevap vermesini beklerken. Kulağına dayadığı telefonundan bir süre sadece nefes alış sesi duyuldu. Daha sonra derin bir iç çekiş ve hemen ardından acındırma kokan bir ses.

"Ne yapayım? Biliyorsun, babam aldı arabamı benden. Lucy'nin yanına otobüsle mi gitseydim? Bir de otobüs kartını doldururdum kızın tam olurdu."

üç izmarit, bir sen Where stories live. Discover now