25/ Katil

743 95 82
                                    


Dünden bugüne ne değişti? Neden berbat hissetmeye devam ediyorum? Neden gerçek sevgiyi dibime kadar hissedemiyorum? Ben, neden bunca zaman boyunca yalnız yaşamak zorunda kaldım?

Ben, neden yaratıldım?

"Ne düşünüyorsun?" Bacaklarımın arasında duran kalçasını fermuarıma sürterek göğsünü göğsüme yasladı. Gözlerimi kapattım, gözlerimi kapattım lakin her şey o an paramparça oldu. Delice esen rüzgar saçlarıma değip geçti.

Her şey geçti; onun kokusu, o, ona benzeyen tüm çiçekler geçip gitti...

"Bilemiyorum, ne yapmalıyım Jimin?"

"Hangi konuda?" Saçlarını burnumun içinde dahi hissettim. Fazlasıyla yakındık. Benim göğsümde dün ki kavgadan kalmış açık, kanaması yeni yeni duran yaralar, üzerimde hiçbir şey olmadan onun peluş sweatine sığındım. Beni itmedi, üstelik beyaz kıyafeti de kan revan oldu.

Elimde tütmekte olan nane aromalı sigara. Rahatsız oluyor farkındayım lakin canımın yandığını bildiği için umursuzca sokuluyor göğsüme.

"Dün gece ne olduğunu sormadın."

"Öpüştükten hemen sonra kaçıp gittin Jungkook. Bana soru sorma fırsatı bile vermedin. O sinirle kimi öldürdüğünü bilmiyorum-"

"Annemi." Ruhsuz bir fısıldamaydı benimkisi. Konuşmaya mecalim dahi yoktu.

"Bunu... Na-" Çenesinden tutup bana bakmasını sağladım. Bir baykuş olmadığından kafası tam dönmedi. Onun yerine bu haline bakmak dahi güzeldi.

"Sadece şaka yapıyordum." İçi rahatlamadı, gözlerinde hissettiğim kin ve öfke öylesine fazlaydı ki neyin doğru neyin yanlış olduğunu çözemedim.

Ben, akıllıca düşünemedim.

"Ne yaptın Jungkoo-" Dudağına öpücük bırakıp kafamı yatağın başlığına doğru yasladım. Nefes almayı denedim. Yaralarım derindi. İyileşmem uzun sürecekti ve bu durumda sadece uyumak istedim.

Uyumak ve Jimin'in kollarımın arasında olduğuna emin olmak.

"Uyuyalım güzelim."

Ertesi Gün / 10.38

Park Jimin

"Namjoon'u gördün mü?" Bir hışımla koşup yanıma gelen Taehyung'un sesini yeni yeni duyuyordum. Kafeterya da etraf doluydu, yani Namjoon'u görmem imkansızdı.

"Ne oldu Taehyung?"

"Burnuyla ağzı yer değişmiş resmen." Dalga geçer gibi kullandığı kelimelere gözümü devirdim. Aldığım o keskin kan kokusu tüm duyularımı bir anda açtı sanki. Yerimden kalktım. Kırmızı gözlerimle etrafı inceledim.

Uzaktı...

Oldukça uzak ve keskin.

Üstelik tanıdık da değildi. Çantamı masada bırakıp koşar adımlarla basketbol sahasına gittim. Karanlıktı, karanlık ve yankılı. Korkmadım, ne de olsa güçlerim var. Elbette bu kan kokusunun sahibini bulana kadar da cesur davranacağım.

Lakin bütün bu olaylar bittiğinde uykularım kaçacak. Zihnim bir mezarlıktan farksız olmayacak.

Keskin koku daha net gelmeye başladı. Gözlerimin kırmızılığı yüzünden endişelensem de kontrol edemedim.

Sonra ise omzumda bir el hissettim. Elin sahibine bakmadan yere fırlattım. Gürültüyle birlikte inledi. Gözüm karardı, ne yapacağımı şaşırdım. Üzerine çıkarak boynunu sıktım.

"Dur." Diye bağırdı zavallı arkadaşım. "Dur Jimin, benim." Nefes nefese ellerimi boğazından çekmeye çalıştaysa da olmadı. Korkuyordum. Korkudan yapıyordum bunca şeyi. "Eunwoo." Onun adını duyar duymaz göz rengim yavaş yavaş soldu. Uzun süredir görüşemiyorduk. Şimdi ise fare deliğinden çıkar gibi düştü önüme.

"Burada ne işin var?" Dedim güçlü sesimle. En azından onu korkutmak istemesem de üstünlüğün bende olduğunu belirtmekti amacım. Ne de olsa kimse o kadar masum değil. Güvenemiyorum artık. Üstelik hoşuma gitmeyen bu keskin ceset kokusu onun ceketinden yayılıyor.

Yüzümü buruşturup üzerinden kalktım. Benimle birlikte ayaklandı. Rahatsızca kıpırdandım, elini bileğime götürüp tuttu. Birisi görürse ikimiz için de pek iyi bir durum olmaz biliyorum.

"Üzgünüm." Yüzü düştü. Belki de şüphelenmekte haksızım. "Bir çığlık sesi duyunca buraya geldim."

"Tehlikeli." Fısıldasam da duyup gülümsedi.

"Pekala." Ceketinin yakasını düzelttiği an beyaz gömleğinde kırışıklık ve bir damla kan gördüm. Kaşlarım çatıldı, rahatsız olmuş gibi ceketinin fermuarını boğazına kadar çekti. Titriyordu. "Dersim başlıyor, gitmem lazım." Bir şey dememe izin vermeden çıkıp gitti.

Beni burada bir sürü belirsizlikle baş başa bıraktı. Ne yapacağımı bilemiyordum, belki de ilk defa bu belirsizlik beni çileden çıkaracaktı.

Basketbol kapısının çıkışına doğru adım attığım an Jimin diye bir fısıltı işittim. Arkama baktım. Yoktu, kimse yoktu.

Ve bir anda ne olduysa oldu. Bütün salonun ışıkları açıldı. Önümü daha net gördüm. Basketbol sahasının ortasında yatan bir ceset. Tanrı şahidim olsun ki anlayamadım. Bir vampir olmama rağmen karanlıkta o cesedi göremedim. Elinde basket topuyla birlikte Jungkook, onun ardından da bir sürü çocuk girdi içeriye. Kaşlarımı çatıp cesede bakan Jungkook'u gördüm.

Ellerime döndü bakışları. İster istemez kontrol ettim. Kan... Sanki ben öldürmüşüm gibi kanlar içindeyim.

"Katil." Diye bağırdı aralarından birisi. Kafamı iki yana sallayıp masum olduğumu dile getirmek istedim. Lakin bir ton öfke üzerimde geziniyordu. Bir kez daha, belki de tahmin edemeyeceğim bir şekilde ihanete uğradım.

"Jimin?" Bağırdı Taehyung hemen arkamdan. "Tanrım, burada ne oluyor?" Kontrol etmek için birkaç defa salladı bedenimi. Benim ise gözlerim yerde cansız bir vaziyette yatan Eunwoo'nun üzerindeydi. "Ne yaptın Jimin? Bunu nasıl yaptın?"

Kaçıp gitmek istedim. Belki de dakikalarca çakılı kaldım yerimde. Öğretmenler doluştu, Jungkook'u göremedim. Yere çöktüm.

Bütün bu salonu dolduran polis sirenleriyle birlikte gözyaşlarım çığırından çıktı.

"Ben yapmadım, yemin ederim ki ben yapmadım Tae." Dizlerinin üzerine çöküp yaşlı gözleriyle ovdu omuzlarımı. "Yemin ederim ben bir şey yapmadım." Kanlı, titreyen ellerimle ona uzanmaya çalışsam da olmadı.

Polisler geldi, sırtımdan ittirip yüz üstü yatırdılar. Taehyung ne kadar çok bağırmayı denediyse de bir ton polis canımı yakmaya devam etti. Arkadan kelepçelendi ellerim. Keşke dedim, keşke buraya gelmeseydim.

Yardım etmek için geldiğim bu salon, benim günahım oldu. Üstelik Eunwoo ile iyiydi aramız, neden öldürmek isteyeyim onu?

Neden böyle bir saçmalık yapayım?

"Canını yakıyorsun." Bağırdı Taehyung, nafile. Bu polisler sanki bakkaldan aldılar belgelerini, canımı misli misline yakmaya devam ettiler...

Ağladım, güçlü olsam da ağladım.

"Eunwoo." Sanki yeni aklım başıma geliyordu. Benim arkadaşım, dostum öldü. Hangisinin acısını çekeyim ben şimdi? Üstelik Eunwoo, Taehyung'un kardeşiydi. Ben ne diyeceğim? Ne yapacağım bunca ağırlık ve sorumlulukla?

Nasıl atlatırım bu olayı? Üstelik Jungkook bile terk etti beni.

"Tanrı aşkına nazik olun biraz." Belki de bana tek inanan kişi oydu. Kardeşi yerine benim yanımdaydı. Yanı başımdaydı. Gözü de arada Eunwoo'nun cansız bedenine gidip geliyordu. Paramparça hissettim.

Katil miyim ben şimdi?

Kollarımdan tutulup dışarıya götürüldüm. Her şey buraya kadar gayet normaldi. Arabaya bindirildiğim an başladı bütün bu zelzele.

Şoför koltuğunda oturan Jungkook...

Demon 'JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin