Bölüm 23: "Batış"

264 116 46
                                    

'Bütün hayatım boyunca çalışsam da, elde ettiğim en büyük şeyin, koca boşlukların olmasından korkuyorum.'
-Y.K.

Defne'nin anlatımından...

Kendimi bildim bileli hep kaçıyordum. Bu yalnızca bir hafta öncesine kadar ki kaçışımla ilgili değildi sadece. Çocukken, annem zorla pekmez yedirmeye çalışırdı kaçardım. Yine annem saçlarımı sımsıkı topladığında, canım acıdığından kaçardım. İlkokuldaki sınıf arkadaşlarım rahatça eteklerini giyerken, ben fazla kilolarım yüzünden etek giymekten kaçardım. Ortaokula geçtiğimde annem ve babam boşanmışken, üzgün görünmekten kaçardım. 6 ay sonra bize kıyamadıklarından yeniden barıştıklarında, mutlu olmaktan kaçardım. Liseye geçtiğimde, sürekli sigara içen okulun o çift dikişli insanlarından kaçardım. Üniversiteye geçtiğimde ise, bambaşka bir şehre kaçmıştım.

Asıl benliğimi üniversite de kazandığıma inanmıştım her zaman. Hiç bilmediğim bu koca şehirde, Ankara'm da, yaşadığım her bir güne minnet duyuyordum. Kendi ayaklarım üzerinde durmayı, sorumluluk almayı, kimi zaman şehrin telaşında kaybolup sürüklenmeyi, kimi zaman yorgunluktan otobüs köşelerinde uyuya kalmayı, gezmeyi, eğlenmeyi, dost kazanmayı, en önemlisi de kaçmamayı öğretmişti bana bu şehir. Ancak öyle bir lanet vardı ki üzerimde, nereye gidersem gideyim kaçamadığım tek şey oydu. Kaçmaktan her ne kadar bıksam da, her an ensemde bitiyor, nefesini sinsice tenime üflüyordu.

Arabanın direksiyonu kavrayan ellerim, stresle titremekten ve sıkı sıkıya sarmamdan dolayı terlemişti. Terleyen ellerimi sırayla direksiyondan ayırarak üzerime silmiş, alnımdan akan ecel terlerini de elimin tersiyle itmiştim. Tufeyli denen herifin adamlarından hala kaçmaya çalışıyor, peşimden bir türlü ayrılmayışlarını çaresizce izliyordum.

Rüya ile konuştuktan sonra koltuğa bıraktığım telefon yeniden çaldığında, kafamı oraya çevirmiş ve arayanın Yağız olduğunu görmüştüm. Anında sağ elimle koltuktaki telefonu almış ve araç telefon tutucusuna yerleştirmiştim. Telefonu yerleştirir yerleştirmez aramayı yanıtlamış ve hoparlörü açarak, panik dolu o zavallı sesimle:

"Alo Yağız?" dediğimde, karşıdan beklediğim isim, asla o olmamıştı.

"Defne benim Kağan."

Kağan'ın sesini duyduğum an, vücudumdaki tüm kan çekilmiş, ruhum bedenimden ayrılmıştı. Sanki üzerimden büyük bir yük kalkmıştı ancak hafiflemiş hissetmiyordum hiç. Hafiflemenin aksine daha da boğuluyordum ben. Panik dolu hallerime, bir de boğucu olan bu halim eklenince, sinir boşalması yaşamıştım.

Derin bir iç çekerek direksiyonu daha sıkı kavradığımda, gözlerimden yaşların akmasına engel olamamıştım. Kağan'ın sesini duymak öyle mahvetmişti ki beni, günlerce kendime gelemezmişim gibi hissediyordum. Üstelik tek hissettiğim duygular, bunlardan da ibaret değildi.

"Kağ- Kağan çok korkuyorum. O kadar korkuyorum ki, direksiyonu daha fazla tutamayacakmışım gibi geliyor artık. Titremelerim bir türlü durmuyor, adamlar tam arkamdalar ve ne yapmam gerektiğini bilmiyorum!" dediğimde, iç sesimin beni yiyip bitirdiği o cümleleri, nihayet dışarı vurabilmiştim. Konuşmak da dahi zorlandığımı ise o an fark etmiştim.

"Tamam, sakin ol ve bana nerede olduğunu söyle." diyen Kağan'ın sesiyle anında etrafıma bakınmaya başlamıştım. Eryaman taraflarını çok bilmesem de, kendi otobüsüm durağa gelmediği zamanlarda, sırf daha fazla beklememek adına dolanmayı göze alarak, bazen bu tarafın otobüslerine binerdim. Bu nedenle hafif bir göz aşinalığım vardı Eryaman'a. Ancak şu an beyin fonksiyonlarım o kadar kendilerini geriye çekmişti ki, kafamın içindeki organ görevini yapamaz hale gelmişti. Neyse ki gözlerim hala iyi görür durumdaydı ve yön tabelasındaki 'hipodrom' yazısını okuyabilmiştim.

KAPAN (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now