15.

110 10 2
                                    

Tepki veremiyorum. . .

Artık ağlamaktan gözlerim acıyor ve kızarık . . .

Ne zamandır buradayım bilmiyorum . . .

Yatağın yanında kendimi yarı yatık yarı oturur pozisyonda Sans'ın o kapalı gözlerine bakıp uyanmasını bekliyordum. Hâlâ gözlerimin önünde onun yere yığlışı geliyor , kendimi daha  fazla krize sokuyordum. Elimi Sans'ın elinin üstüne koydum ve onun o masum yüzüne baktım . Göz yaşlarım yine düşmeye başlarken konuşmaya başladım.

"Sans? Sans lütfen uyan . Eğer bu bana karşı intikamın ise ben dersimi aldım . Lütfen. " dedim ve elimdeki son kozumu ortaya atıcak kadar ileriye gitmeye hazırdım. Ona söyleyemediğim tek şey. Derin bir nefes aldım.

"Hani o mezarlıktayken demiştin ya . Bir insana aşık oldum diye.  Hâlâ bu konudan emin değilim ama sanırım ben . . . Ben . . . Ben sana karşı boş değilim."  Dedim . Ama hala bir şey yoktu.

Onun elini tutmaya devam ederken biraz dinlenmem gerektiğini fark ettim. Ama uyuyamıyordum. Kendimi ona bakarken bulduğumda onun o hikaye kadar masum ve aşık olduğunu fark ettim. Yüzümde bir gülümsemenin yayılmasına izin verirken kendimi sakinleştirip beni rahatlatıcak tek şeyi yapmaya karar verdim.

"Sans bir hikaye anlatmak istiyorum sana. Beni rahtlatan bir hikaye. Umarım seni de mutlu edebilir."

"Uzun zaman önce tıpkı bizim gibi dünyayı iki ırk yönetirmiş. 'Melekler ve Şeytanlar ' . Bir gün bu iki ırk arasında çok ciddi bir kavga çıkmış. Anlaşamayacaklarını anlayınca krallıklar ayrılmış. Ama küçük bir alan boş bırakılmış. Aileleri ya da ona benzer bir şeyleri olanlar burada görüşebilirlerdi. 
Zamanla burası gittikçe azaldı ve en sonunda kimse gelmez olmuş. Ama bir gün Şeytan Krallığı'nın oğlu ve Melek Krallığı'nın kızı tesadüfen burada karşılaşmışlar. İlk başta birbirlerini görünce anlık olarak ürkmüşler. Ama yavaş yavaş buzları kırmaya başlamışlar. Birbirlerini asla yargılamamışlar.  Aksine bu farklı dış görünüşler ilgilerini bile çekmişti. O gün birlikte oyunlar oynamışlar , sohbet etmişler hatta birbirlerine birkaç komik sır bile vermişlerdi. Oldukça güzel bir şekilde eğleniyorlardı.  Taa ki aradan üç yıl geçip eski tarihleri hakkında bilgi sahibi oluncaya dek. . .
O gece ikisi de korkulu yüzlerlr olanları anlatmışlardı. Biliyorlardı ki buna devam ederlerse yakalanacaklardı. Ayrılmak ve bir daha asla buluşmamak üzere gitmekten başka çareleri yoktu.
Ama yapamadılar . Birbirlerini bırakmak istemiyorlardı . Ve bu durum , ikisine de aşklarını itiraf etmek için resmen bir ateşleyici olmuştu. Ve öyle de yaptılar . Birbirlerine karşı dolgun hisler barındırdıklarını kabul ettiler ve orada ikisi için de ilk gerçek öpücükleri oldu.
Aradan iki yıl geçmişti ve Şeytan Kralı oğlu hakkında bir şeyler döndüğünü anlamaya başladı. Her gece dışarı çıkıyor ve gizlice dönmesi , asla hiçbir şeye konsantre olamaması , sürekli bir şeyler unutması ve daha bir çok neden gözlemlemişti. Kral , oğlunun gizlice dışarı çıkmasından dolayı bu halde olduğunu düşünmeye başlamıştı. Bu yüzden onu dışarı çıkamsın diye bir çok iş yaptırmaya başladı. Bu işler saatlerini alıyordu ve sevgilisine gitmesini tamamen engelliyordu.
Meleği ise onu hep beklemiş ama kapılar kapanınca geri dönmek zorunda kalıyormuş.  Böyle iki haftayı doldurduktan sonra Melek artık umudunu kaybetmiş ve biraz bekleyip ayrılmaya karar vermiş. Bir daha gelmemek üzere. Ama tam gidecekken kulaklarına bir koşma sesi gelir . Arkasına bakınca şeytanını görür . İkisi sarılıp hasret giderirken şeytan her şeyi anlatmış ve meleğinden defalarca özür dilemiş. Artık görüşmelerinin daha da zor olduğunu biliyorlardı. Ne yapacaklarını düşünmeye başladılar ama bir türlü bir şey bulamıyorlardı. Birbirlerine bir şekilde haber uçurmaları lazımdı. Ama birden meleğin aklına bir fikir gelir. Elini kalbinin olduğu yere koydu ve oradan mavi bir ışık çıkmasına izin verdi. Geri çektiğinde mavi parlak bir sıvının katılaştığını izlerler. Sonrasında meleğin elinde bir safir taşı oluştu. Bunu şeytana verdi ve umutla sevgilisine baktı. Şeytan olayları anlayınca o da aynı şeyi yaptı. Elini kalbine götürdü ve oradan kırmızı bir sıvı çekip avcunun içine aldı. Avcunu geri açınca elinde bir yakut oluştu. Yakutu meleğe verdi ve kapıların kapanacağını haber veren zilin çalmasıyla oradan hemen ayrıldılar. Ve haberleşmek için yolları bulunmuştu. Kalplerinin özlerini birbirlerine verdiler ve bunlar onlar için artık hayat meselesiydi.  Kimse bilmemeliydi.
Aradan dört yıl geçmişti ve çok seyrek görüşseler de  çoğunlukla konuşmak için kolyeleri kullanıyorlardı. Ama bir gün Melek Kralı , kızının bir kaç garip davranışını fark etmişti. Neler olduğunu anlamak için kızını takip etmeye başlamıştı. Onu sınıra kadar takip etti ve orada ne yaptığını gördüğünde çok şaşırdı. Biricik kızı , bir Şeytanın kollarındaydı. Kral buna çok sinirlenmişti. Tam oradan çıkıp bunun hesabını sorucaktı ki . . . Boyunlarındaki parlak kolyeler dikkatini çekmişti. Neler döndüğünü anlamıştı. Bu daha da sinirlendirmişti onu. Ama bu sinir ani bir plan yapmasına engel değildi. Yarın akşam o şeytan bunu ödeyecekti.
Ertesi akşam kızının kolyesini alan kral , şeytana bir mesaj iletir ve onunla sınırda buluşmak istediğini söyler. Kolyeyi kızının boynuna geri takar ve oraya doğru yürümeye başlar.
Geldiğinde şeytanı yüzünde aptal bir sırıtmayla bulur . Kral biraz daha yaklaşır ve şeytanın dikkatini çeker. Şeytanın yüzündeki gülme toza döner ve krala öylece bakakalır. Hemen ayağa kalkar ve kral kızıyla beraber olmaya cüret eden şeytanla savaşmaya başlar. Şeytan sadece kaçarken konuşmaya çalışır ama başaramaz . Kral onu dinlemez. Birden şeytan yorgunluktan durmak zorunda kalır ve kralla göz göze gelirler. Kral , bir mızrak yaratıp bütün gücüyle şeytana fırlatır. Şeytan ise çok acımamasını umarak gözlerini sıkıca kapadı. Ama duyduğu tek ses bir çığlık ve bir şeyin parçalanması oldu. Gözlerini geri açtığında meleğini tam kalbinden mızrağın saplı olduğunu görür. Birden gözleri aşağı kayar ve korku tüm bedenine yayılır. Safir paramparçaydı . Meleğini tam düşerken yakalar ve yatırır. Mızrağın yok olmasıyla altın sıvı meleğin vücudunun içinden çıkmaya başladı. Şeytan meleğine gitmemesi için yalvarırken o birden elini kaldırıp şeytanın göğsüne yerleştirdi. Daha neler olduğunu anlayamadan mavi bir ışık ve hissettiği yeni bir enerjiyle dolar içi. Birden neler olduğunu anladı. Meleği şeytanına kendi gücünü absorbe ettirmişti . Artık meleğin kendine ait bir kalkanı yoktur ve bu da şeytanın taşının toza dönüşmesine neden olmuştu.  Tozlar meleğin tenine deydikçe yok oluyorlardı. Ve birden meleğin o beyaz kanatları yakut kırmızısı oldu. Bunu gören şeytan istemsizce kendine baktı. Kanatları ve boynuzları mavi olmuştu . Şeytan artık ağlamaya başlarken meleği altın tozlarla yok olmaya başladı. Tamamen yok olunca da şeytan tüm gücüyle bağırdı. Ona bunu yapanları ağrı cezlara mahkûm etmek  istiyordu ama meleğini üzmek istemediği için yapamıyordu da. O ağlamaya devam ederken yerdeki tozlar rüzgarla bir girdap oluşturmaya başladılar . Girdap yukarı çıktıkça çıktı ve en sonunda arkasında meleğin heykelini bırakıp gitti. Onun yakuttan heykelini . Mezarını.
Aradan altı ay sonra etrafta çok zarif çiçekler görülmeye başlanmış. İki krallıkta bunların anlamını anlamamışlar. Ama görüntüleri çok narinmiş . Şeytan dışında bu çiçekleri herkes sevmiş hatta ona bir kaç buket getiren de olmuş ama o görüntüsünden dolayı hiç dışarı çıkmamış. Hâlâ acı çekiyordu ve bu ona dalga geçme gibi geliyordu.
Bir gün bir buket daha gelince artık cidden sinirlenmiş ve bir dal alıp onun suyunu çıkartmıştı . Bunu yaptığında ise birden yerin delindiğini fark etmiş.
Birden şeytan bir cevap bulmuşçasına buketi alıp kaynatmış ve bir çay yapıp içmiş. İçmeyi bitirir bitirmez başı dönmeye başlamış . Zehir vücuduna yayılırken zar-zor meleğinin mezarına gelmiş. Ve gelir gelmez de orda bilincini yitirip çiçeklerin içine düşmüş.
Uyandığında meleği ona bakıyordu. Melek şeytanına gülümseyip elini uzatmış . Şeytan da bu eli tutup kalkmış ve dans ederek yukarıya doğru süzülmüşler. Geriye ise sadece yakuttan bir melek heykeli ve safirden bir şeytan heykeli kalmış. Birbirlerine aşk ve tutkuyla bakan heykeller."





Dedim son sözümü söylerken. Bir süre sessiz kaldım . Boğazımı dinlendirdim ve sonra da konuşmaya başladım.

"Bir inanışa göre eğer yakutla safir aynı yerde bulunursa bunların arasında bu iki taşın karışımı olurmuş. Birbirlerine nasıl bağlı oldukları görülürmüş . " yine durdum. Ve elimi Sansı'n yüzünde gezdirdim.

"İşte sen benim için bunu ifade ediyorsun. İlkleri. Mutluluğu. Heyecanı .

Sen benim Safir Şeytanımsın . Ve ben bu safir şeytanın uyanmasını istiyorum." Dedim tekrardan Sans'ın elini tutarken.
Birden kendimi sessizliğe bırakırken elimi bir şey sıktı. Hemen gözlerimi açınca Sans'ın elimi hafifçe tuttuğunu gördüm . Kendimi gülmemek için zor tutarken başımı onun yanına koydum ve fısıldadım.

"Sen uyanana kadar buradayım" dedim ve kemiksi ellerini sıkıca tuttum ve kendimi huzurlu kollara bırakmıştım. 



















Toriel'in gözünden

Doktor Alphysle beraber ben Frisk'i almaya , o ise Sansa bakmak için odaya girdik. Odaya girince Frisk'i Sans'ın yanı başında uyuyakalmış bir vaziyette bulduk. Doktor Alphys ile birbirimize baktık ve o Sans'ın yanına  bir yatak çekip destek kollarından birini indirirken ben de Friski kucağıma aldım. Onu yatağa yatırdım ve Sansla Friskin ellerini birleştirdim . Frisk hemen sıkıca tuttu. Sans ise daha yavaş ve gevşek tuttu.  Ama bu iyiye işaretti. Yakında uyanacaktı.

Onların üstlerini örttükten sonra ışığı kapadım ve odadan çıkıp bizde uyumaya gittik.

Yakut Melek ve Safir Şeytan || Birinci Kısım ||Where stories live. Discover now