10

1.8K 232 167
                                    


Mavi pipeti limonataya daldırdığında buzlarla oynadı.

Buzları naneyle birlikte karıştırıyorken dalgındı. Naneyi en dipte tutabilmek için pipetiyle iyice bastırdı. Şeffaflık ve sarı birbirine akıyordu. Yeşil nanenin en altta olması gerekiyordu. Bunun için onurlu bir mücadele verdi.

"Uykuda mısın şapşal?"

Eflah ince sesten duyduğu cümleyle direkt dalgınlığını atmış, mimikleriyle "Pardon?" der gibi gülmüştü. Küçük kardeşinin ona şapşal diye hitap etmesi beklenmedikti.

"Sabah televizyonda duydum."

İşte şimdi genişçe gülüyorlardı. Eflah yan tarafında oturan kardeşini sert olmayacak şekilde omzundan itti ve oynadığı limonatasından büyük bir yudum aldı.

"Kötü bir şey demek değil, öyle değil mi?"

Güneşte parlayan altın sarısı saçları karıştırıp oyuncu bir halde düşünürmüş gibi yaptı, "Aslında kötü bir şey." Dedi. Çocuğu kandırdı. Miniğin yüzündeki değişim muazzamdı.

"Hem de çok kötü! Babam duysaydı ceza verebilirdi."

Küçük olan direkt tek elini ağzına kapatmıştı. Eflah büyümüş gözlere burnunu kırıştıracak şekilde gülmüşken bakıyordu. Bilirsiniz... O büyük ağabey olmaya çabuk ayak uydurmuştu.

"Ağabeyin dalga geçiyor."

Yıldırım Bey elindeki kalın kapaklı kitapla bahçeye, yanlarına geliyorken konuşmuştu. Küçük oğlunun çenesini saniyelik olarak avuçlayıp diğerinin kulağını çekti. Onu saniyelik yapmadı, uzunca çekti.

"Ah!" Eflah kulağını babasından kurtarmaya çalışıp inlemişti.

Güzel zamanlar geçiriyordu. Bunu inkar edemezdi.

Yine de içinde bir şeyler mutsuzlukla kavruluyordu. Eylem'in odasından koşarak çıktığından beri- üç, dört gün oluyordu, o zamandan beri sarı saçlı çocukla hiç konuşmamışlardı.- olduğundan daha kırgın hissediyordu. Sandalyede tek bacağını yukarı çıkarttı, bebek mavisi kotunun diz kısmına çenesini dayadı. Limonatasından ayırdığı elleriyle beyaz spor ayakkabısının önünü kirlenmiş gibi okşuyordu. Yıldırım Bey onu uyarıp sandalyeye ayağını koymaması gerektiğini söyleyecekti ki yeşillerdeki hüznü gördü. Diyeceklerini bir çırpıda erteledi. Gönlü istemsizce yıllar sonra eve dönmüş, kırgın oğluna torpil geçiyordu.

"Baba ne zaman annemi görmeye gideceğim?"

Küçük çocuk konuştuğunda Eflah gözle görülür şekilde irlilmişti. Direkt doğruldu. Çenesini kaldırdı ve oturuşunu düzeltti. Diken üstündeymiş gibi hemen babasına dönmüştü. İkisi de annesi hakkında konuşmaktan çekiniyordu. Elbette Yıldırım Bey eşini düzenli olarak gidip kontrol ediyordu ancak oğluna hasta ettiği annesinden bahsetmiyordu. Diğer yandan da Eflah'ın sorabilmesi söz konusu bile değildi. Kendi içlerinde sessizlik kuralları vardı ama küçük çocuk oyunu bozmuştu.

"Bir dahaki sefer seni de götüreceğim."

"Daha iyi mi?" Çocuğun arka arkaya sorduğu iki can alıcı soru Eflah'ı mahvetti. Yeniden babasına yoğunlaşmış, vereceği cevabı can kulağıyla bekliyordu.

Yıldırım Bey birkaç dakika bekledikten sonra,"Aynı." Diye yalan söyledi. Kötü diyemezdi, yüzüne büyük umutlarla bakan iki oğlu varken neredeyse can çekiştiğini söyleyemezdi. Ancak iyi de diyemezdi. Oğlu gidip annesinin halini gördüğünde yüzüne bakabilecek gücü bulunmalıydı.

Eflah'ın annesi gençliğinde bir sürü kötü olay yaşamış, oldukça yaralı ve üzgün bir kadındı. Yani şu an olduğu durum sadece Eflah'ın suçu değildi. O sadece oluşturulan güvenli duvarı yıkmış, her şeyin kadına geri dönmesine sebep olmuştu. Yıllar önce onu o çukurdan Yıldırım Bey sevgisi ile kurtarmıştı. İkinci kez aynı şeyleri yaşamaya gücü yoktu.

over againWhere stories live. Discover now