1. "UYUYAMADIĞIMIZ GECELER GİBİ."

181 17 137
                                    

Parmaklarına doladığın tutamların kızıllığı güneşten değil cehennemden;
yetişkin bir kadına dönüşmeni sağlayan eksikliklerin kalbinden değil, çocukluğundan çalındı.

Wickerbird, The Fold.

Hayatım boyunca ait olduğumu düşündüğüm tek bir yer bile olmadı.

Nasıl olurdu ki bir yere ait olmak? Nasıl hissettirirdi? Huzur dedikleri o yabancı ve ulaşılmaz dünya damarlarında kol gezer miydi? Yoksa bir yere ait olmak büyük bir sorumluluğu takiben huzursuzluğun başlangıcı mı demekti? Ben uzun zamandır bir tek boşluğu biliyordum. Düşüp kalktığımda yara bere içinde kalan vücudumu canlı tutan ruhumu tanıyabilmek yerine boşluğu çok iyi ayırt edebiliyordum. İnsan gözleri daldığında hayallerine ışınlanırdı, ben boşluğuma dalıyordum. Eğer bir yolu olabilseydi, ben o yolu görebilseydim, bulabilseydim laneti evlat edinmiş ellerimle, belki kurtulabilirdim. Kurtulabilir miydim? İnsanlar diplerden göklere çıkabilmişti, cehennemden yükselebilen var mıydı ki?

Ama eğer bir cismi, bir vakti olsaydı bu bataklığına düştüğüm boşluğun; tutulacak bir yanı olsaydı belki daha kolay olurdu. Bulabilirdim belki kurtulmanın bir yolunu. Perdeyi araladığımda içeri giren ışınlara açtığım yolu, boşluk çıksın diye açsam; açabilsem, belki de zihnimi daha kolayca terk edebilir, dibine girmek için tırnaklarımdan fedakârlık ettiğim bu toprağı üzerimden atabilmeme yardım ederdi boşluğun yokluğu. Belki o zaman bulabilirdim bütün yanıtlarını sorularımın. Ait olduğum, olabileceğim yeri bulabilirdim.

Ama hepimizin kurtulamadığı bir boşluğu var, kimimizin göğüs kafesinde; kimimizinse zihninde. Bütün boşlukların sonu ölüme çıkıyor, hayatımda şu vakte kadar öğrendiğim, emin olabileceğim bir şey varsa o da bu.

Okuldan dönerken kullandığım yolda diğer sokağa geçtiğim sırada bir beden bana çarpıp, sıyrılarak geçerken kafamı çevirip bakmama kalmadan, "Pardon," diyerek yoğun bir tonda arkamdan geçip benim tersim yönde ilerlemeye başladı, üzerime dökülen birkaç damla kahveyi fark ettim, ona arkasından bakacakken ıssız sokağın köşesinde, karşıma dikilen tanıdık yüzlerle duraksamak zorunda kaldım. Aralarında birkaç santim boy farkı olan, benden ise bir hayli uzun; beyaz okul gömleklerinin, bırakın kravatı, düğmelerinin bile doğru düzgün iliklenmediği, okuduğum lisenin aşina olduğum özelliklerine sahip iki erkek öğrencisiydi. Özellikler derken dış görünüşten bahsetmiyordum, ciddiyim, ağızlarını açıp o zehirli kelimeleri etmeseler bile üzerime çevirmiş oldukları tanıdık bakışları özelliklerini çok iyi belli ediyordu.

"Tesadüfe bak..." dedi uzun boylu olan, diğerine göre daha esmer ve yapılıydı. Basketbol takımından olduklarını biliyordum.

"Kader işte. N'aber kızıl? Buralarda mı yaşıyorsun yoksa?" diğeri gözlerime bakarken, gözlüklerimi ayrıca süzünce refleks olarak parmak uçlarımı götürüp gözlük çerçeveme, ittim.

Dişlerimi çoktan sıkmaya başlamıştım bile, çenemdeki sızlamayı hissedebiliyordum şakaklarıma doğru. Dudaklarımı nemlendirip yutkundum. "Benimle karşılaşmanızın ne tesadüf ne de kader olmadığını hepimiz biliyoruz. Baştan söylüyorum, uzak durun benden. İşinize bakın."

"Aaa..." yapmacık hüzünlü sesi yetmezmiş gibi bir de gerçekten üzülmüş gibi dudak büzerek baktı bana sürekli kızıl diye seslenen. "Biz seninle uğraşmıyoruz. Sadece eğlenmek istiyoruz, tabii seni de eğlendirmek..."

Hayatımda ait olduğumu düşündüğüm bir yer olmadıysa, iyi niyetli tek bir erkeğin yaşadığı bir yerin olmadığına da inanmıştım.

Gözlerimi, bıkkınlıktan edecek kelime bulamadığımdan sıkıca kapatıp açtım ve yanlarından geçmek için kaldırımdan inerek yola doğru koca bir adım attım. Önüme geçtiler. İki kişilerdi ve koca koca cüsseleri vardı. Sokak ıssızdı. Benim olduğum yer hep ıssızdı.

EVA'DAN SONRA Kde žijí příběhy. Začni objevovat