final

789 76 35
                                    

"Sakın." dedim Niki'ye uyarır bir tonda. Yalnız beni pek takmamış olacaktı ki, doğruca Hye Mi'ye koşmuştu. Peşinden ben de gitmiştim ama onun kadar hızlı değildim. Haliyle engelleyememiştim.

"Hye Mi! Sunghoon seni öpmek istiyormuş!" anneme yardım ederken, duyduğu şeyle gözleri irileşti. Yutkundu ve utanarak bana baktı. Bir şey demeden sadece arada bakışlarını kaçırarak gelecek cevabı bekledi.

Omuz silktim. Annemin beni kınarcasına söylediği daha doğrusu fısıldadığı şeyler yine de kulağıma gelmişti. Göz devirdim. Niki hiçbir zaman beni dinlemezdi zaten. Her zaman bir haylazlık peşinde olurdu.

Heeseung, elini omzuma koyduğunda alaycı ifadesiyle anlamışım bizi duyduğunu. Şimdi herkes biliyordu yani. Derin bir nefes alıp utancımı sakladım. Daha sonra Niki'ye küçük bir cezam olacaktı elbet.

Jungwon ve diğerleri de geldiğinde piknik örtüsünün üzerine oturmuştuk. Evden hazırlayıp getirdiğimiz sandviçler, başka türlü atıştırmalıklar ve içecekler oradan orada uzatılıyordu.

Hemen yanıma çökmüş olan sevgilim, bana bardaklardan bir taneyi uzattığında gülümseyerek aldım. İçine en sevdiğim içeceği koymuştu.

Sol tarafımda oturan Jay, kolumu dürttüğünde bu anı bozduğundan içimden ona küfür ediyordum. Dişlerimi sıkarak o tarafa döndüm. "Ne var?"

"Bakıyorum ayakların iyileştiğinde beni unuttun?" biraz tripli bir ses tonuyla söylemişti bunu. Dudaklarımı ıslatıp kollarım göğsümde bağlı bir şekilde karşılık verdim. "Son üç ay aramalarıma bile cevap vermedin."

Jake, ikimiz kavga etmeyelim diye araya girerken annem de öğüt niteliğindeki cümlelerini sıralıyordu. Hava güneşliydi, yani piknik yapmak için çok uygundu.

Ben iyileşmiştim. Kırık ayaklarımdan ve yürüyen sandalyeden kurtulmuştum. Sevdiğim kız iyileşmişti. Kısa saçları biraz da olsa uzamıştı ve şimdi kulağının hemen altında bitiyordu.

Annemle adaya iyice yerleşmiştik ama maalesef can dostlarım hala Seoul'deydi. Bu da çoğu zaman pişman olmama sebep oluyordu ama iyi yönden bakmak lazımdı. Sonuçta sevgilim buradaydı.

Yemek merasiminden birkaç dakika sonra, Hye Mi ile baş başa yürümeye çıkmıştık. Denize yakın bir yerde olduğumuzdan sahile gidip ayaklarımızda kum ve denizin buluşmasına izin verebilirdik.

Amaçladığımız gibi ikili vücudumuzda buluşurken, uzun uzun onu izledim. Bu da benim için bir avantajdı. Hastanede bana bakarken, anlatmıştı kendisini. Ailesi öldükten sonra neler yaşadığını. Korkup korkmadığını...

Ben de babamı anlatmıştım ona. O da vefat etmişti. Bu dünyadan ayrılmadan önce çok iyi biriydi, ve beni hep severdi. Annemle anlaşamazdı bu yüzden boşanmışlardı. Ama daima arkamdaydı.

"Sunghoon..." dedi elimi sıkıca tutarken. Ben de böylece düşüncelerimden sıyrılmıştım. Gözlerimi kırpıştırarak, "Efendim." dedim.

"Şu beni her halimle seven çocuk vardı ya?" ister istemez yine sinirlenirken, tamamen ona döndüm. Kaşlarımı çatıp onu biraz kendime çektim. "Ne olmuş ona?" söz her türlü o çocuğa geliyordu ya, öfkelenmeden duramıyordum.

"Bir şey olmadı. O yalandı." sakinleşirken bir yandan da gözlerim irileşti. Elimi bırakıp denize ilerledi. Ben ağzım açık bir şekilde onu takip etmeye çalışırken, kahkaha atmıştı.

Su seviyesi dizlerimizin biraz altındaydı ve yürümemiz az da olsa zordu.

"Yah! Sen beni kıskandırmaya mı çalışıyordun?!"

"İşe yaradı ama!" nihayet yakaladığımda, kaçmaktan vazgeçti ve bana sarıldı. Bir süre ikimiz de öyle kalmıştık. Sessiz sedasız ortamda dinlenmek iyi gelmişti.

Kafasını göğsümden çektiğinde yüzüme baktı. "Yüzüne maske takmalıyız?" dudaklarımı büzdüm. "Neden?" eliyle işaret ederek konuştu. "Fazla yakışıklısın Park Sunghoon." sırıttım. Kısa saçlarını karıştırıp daha çok sarıldım.

Kuş cıvıldaması duyduğumuzda, istemsizce dönüp sahil tarafına yönelmiştik. Bir dal parçasının üzerine sıralı bir şekilde konmuş kuşlar cıvıldıyordu.

Hye Mi, hareketlendiğinde kollarımı gevşektir ve gitmesine izin verdim. Onlara biraz yaklaşıp dizlerinin üzerine eğildi. Elbisesinin uçları az da olsa ıslanmıştı ama o bunu pek de umursayan biri değildi.

"Şansa bak! Bunlar Sitta Vilosa!" kuşlar, birbirlerinin arasında dolaşmaya başladığında ben de gidip yanına çöktüm.

Hastanede bize eşlik edenlerin burada da olması güzel bir tesadüftü. Bir nevi oradaki bütün anılarımı tekrar hatırlamamı sağlamıştı.

"Dediğin doğruymuş. Kuşlar aşkın habercisiymiş." sırıttı. Peşinden serçe parmağını bana uzatıp aynısını yapmamı istedi. Dediği gibi ben de uzattım.

"Hiç ayrılmayacağımıza söz verir misin?" durup biraz düşünürmüş gibi yaptığımda sinirlenip omzuma vurmuştu. Kahkaha attım. Fakat sonra başımı olumlu anlamda salladım.

"Söz veriyorum." parmağıyla parmağımı kavradı. Ardından kendisi de gülen yüzüyle cevapladı. "Tamam. Ben de söz veriyorum."

"Seni seviyorum."

"Seni seviyorum."
__

"__

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
bolide ❥ park sunghoonWhere stories live. Discover now