1 • pleased to meet you, Styles

941 58 129
                                    

Burnumu gıdıklayan parfüm kokusuyla başımı çevirdim. Gözlerime çarpan mavi gözlerle derin bir nefes çektim ciğerlerime. Bir aydır her gün bu saatte parkta karşılaşıyor, tek kelime etmeden birbirine teğet geçen oklar gibi yolumuza devam ediyorduk. Ancak o oklar bugün çakışmaya karar vermiş olacak ki oturduğum banka yaklaştığını duyumsadım gözlerim kitabın kelimelerinde anlamsızca gezerken.

Heyecanla kesikleşen nefeslerimi düzene sokmaya, daha da önemlisi yanımda oturan kumral saçlı güzel çocuğa belli etmemeye gayret ettim. Anlamış olmalıydı ki, ince dudakları hafifçe kıvrıldı.

Sohbet başlatabilmek için bir şeyler düşünmeye çalıştım ancak sosyal yetilerim bunu sağlamaya yeterli değildi. Önümdeki kitapta oyalamaya devam ettim gözlerimi, onu görmezden geldiğimi düşünmemesini umarak.

Sessizce oturdu benimle birlikte. Poposunu iyice ileri iterek gökyüzünü görebileceği şekilde kafasını banka yasladı. Kitaptan gözlerimi ayırmamaya çalışarak takip ediyordum hareketlerini. Bir süre öylece gezdirdi gözlerini gökyüzünde.

Güzel gözlerinin yanında o koskoca maviliğin ne kadar sönük kaldığının farkında mıydı acaba?

Zihnimde kendini gösteren bu cümleyle kaşlarımı çattım. Derin bir nefes alıp başımı iki yana salladım. Daha bir kelime bile etmediğim bir insanın düşüncelerimi bu kadar işgal etmesini anlamsız bulmuştum.

"Kitap çok sarmadı herhalde?"

Duyduğum kibar ses ve yoğun aksanlı cümleyle başımı çevirdim. Kalbim deli gibi hızlanmıştı. Heyecandan soğumaya başlayan ellerimi kitabın kapağında gezdirip gülümseyerek başımı iki yana salladım. "Hayır aslında, çok sevdiğim bir kitap."

Bir süre gülüşümde gezdirdiği gözlerini saatine çevirdi. Ağır ağır hareket ediyordu ancak insanın üzerinde nefes kesici bir etki bırakıyordu. Bir aydır uzaktan izlediğim kadarıyla hareketlerinde çok yoğun bir dinginlik vardı. Hiçbir şey onu korkutamaz, hiçbir darbe onu yıkamaz gibi soğukkanlı davranıyor ve dik duruyordu hep. Saatinden gözlerini ayırıp bana baktı. Bakışları ruhumu tarar gibi delip geçiyordu gözlerimi. "28 dakikadır aynı sayfada oluşunun başka bir sebebi olmalı o halde."

Siktir.

Açıklama yapıp iyice saçmalamak yerine konuyu dağıtmak daha makul görünüyordu. "Olmuş mu o kadar?"

Hafifçe gülümseyip başını salladı. İnce dudakları geniş bir V şekli almış gibiydi. "Evet oldu." Duraksayıp gözlerini kıstı. "Bayağıdır görüyorum seni burada. Adın ne?"

"Harry Styles ben, senin adın ne?" Gülümsemesi yerini henüz ne ifade ettiğini bilmediğim bir ciddiyete bıraktı heyecanlı sesimin kulaklarına çarpışıyla. Hafifçe yaklaşıp kulağıma eğildi. Sıcak nefesinin tenime çarpışını hissettiğimde kesildi sesim.

Daha birkaç cümle ancak konuşmuşken bir anda kurduğu bu yakınlığın rahatsız edici olması gerekiyordu. Tersine nabzımın yükseldiğini, nefesinin tenime değdiği yerlerin karıncalandığını hissettim.

Dudaklarını kulağıma hafifçe sürterek bıraktı kelimeleri zihnime. "Memnun oldum, Styles."

Şaşkınlık üzerimde etkisini göstermeye devam ederken toparlanıp geri çekildim, aralanan dudaklarımı bir şeyler söylemesi için oynatmaya çalışırken o ayaklanmıştı bile. Göz temasını kesip arkasını döndü ve her gün gittiği yöne doğru ilerledi.

Karşılaştığımız günler boyunca tek kelime etmeden gözlerimizi buluşturuyor, onun cesur gözleri beni süzmeye devam ederken ben elimdeki defalarca okuduğum kitaba geri odaklanıyordum. Bugün yaşanan değişiklik beni fazlasıyla şaşırtmış ve rutinimizi alt üst etmişti. Gitmesinin ardından dakikalar geçmesine rağmen ben hala gittiği yönü izliyor, o garip ana anlam vermeye çalışıyordum.

The Falling Game //LarryOù les histoires vivent. Découvrez maintenant