25 • after final

334 31 69
                                    

Mavi ve yeşil.

Tüm hikayemiz bu renklerin etrafında başlamıştı bizim. Gözlerimizden akıp kalplerimize dolmuş, hırçın bir şekilde yerleşmişti oraya.

Başından beri yarım olan iki kişi, birleşip bir bütün etmiştik sonunda. Geriye dönüp baktığımda yaşadığımız tüm anlar, bir araya gelmek için harcadığımız çaba, bütüne ulaşana kadar geçilen yollar gülümsememe sebep oluyor, aslında her şeyin ne kadar kolay olabileceğini düşündürüyordu.

Ama kolay yolu seçmezdik, biz buyduk. Birbirine meydan okumadan duramayan, tüm olup biteni kafasında zorlaştıran iki tuhaf insan.

Öncesindeki sürecin zorluğuna tezatla, evlilik teklifinden sonra her şey çok kolay olmuştu. Büyük bir şaşkınlıkla kabul ettiğim yüzük ve anahtarı Liam'a gösterdiğimde ağzı kocaman açık tepki veremeden kalmıştı. Zayn bildiğini belli eder gibi Louis'ye göz kırpıp sarıldığında Liam transtan çıkıp o zamanlardaki sevgilisine küsmüştü anlatmadığı için. Sonrasında evlenmiş, iki erkek çocuğu evlat edinmişlerdi. Henry ve Hunter Payne.

Niall ise çığlıklar atarak üstüme atlayıp sımsıkı sarılmış, boğulma tehliktesi atlatmama sebep olmuştu. Peşinden eklediği cümleler ise her hatırladığımda kendi kendime gülmeme sebep oluyordu. "İnatçı keçiler sizi, bir an hiç bitmeyecek sandım."

Sonrasındaki her şey çok kolay olmuştu. Zayn ve Liam aynı şehri kazanıp gitmişti ve bizim evi kiraya vermiştik. Ben Louis'nin yanına taşınırken Liam ve Zayn küçük bir apartman dairesi kiralamıştı.

Uzun süren bir sınav senesinin ardından Louis'yle aynı şehirde kalmayı başardık. Louis konservatuar okudu, ben de moda tasarımı. Tüm bu süre zarfında nişanlıydık, elbette.

Niall'ım ise güzel bir üniversitede tıp kazanmıştı. Bambaşka bir şehire gidip doktor olarak geri dönmüştü yanımıza.

Hepimiz okulları bitirip tekrar aynı şehirde toplandığımızda küçük bir düğün yaptık. Bol bol gözyaşı ve çokça neşe içeren tatlı bir sonbahar düğünüydü.

Düğünün üzerinden iki sene geçtikten sonra, hayatımızın en zor karar aşamalarından birindeydik.

Bir bebek evlat edinmek istiyorduk.

Ve yurt müdürünün bize gönderdiği fotoğraf, yaşadığımız tüm kararsızlığı tek kalemde silip atmaya kararlı gibiydi.

Çünkü ekrandan bize bakan heterokromili (göz rengi farklılığı) küçük bebek, her şeyi bir kenara bırakmak istememe sebep oluyordu.

"Louis, gözlerine bak. Biri mavi, biri yeşil..."

"Görüyorum, bebeğim. Görüyorum..." Gözünü ayırmadan ekrana bakıyor, bakışlarında benim gibi hayranlıkla dolu bir şaşkınlık taşıyordu.

Ekranı kapatıp laptop'ı kenara bıraktım ve Louis'nin kucağına oturdum. Karşımdaki 26 yaşındaki genç adamın gözleri hala lisedeki gibi aydınlık ve güven vericiydi. Ev gibi. Benim evim.

Kollarımı boynuna sarıp dudağının kenarını öptüm usulca. "Ne diyorsun?"

Gözlerini gözlerime dikip güldü. "Nasıl hayır diyebilirim ki? Güzelliğe bak, Harry." Styles diye hitap ettiği zamanları da geçmiştik. Malum, Tomlinson'dım.

Zil sesini duyduğunda uzanıp koltuğun kolundaki telefonunu aldı. "Andrew arıyor."

Dudağımı ısırıp başımı salladım bir an önce açması için. Louis, konservatuardan mezun olduktan sonra şarkı çıkarmaya başlamıştı ve son şarkısı beklemediğimiz bir şekilde listelerde yükselmişti. Andrew ise başından beri yanında olan menajeriydi. "Selam. Evet, müsaitim."

The Falling Game //LarryWhere stories live. Discover now