Bölüm 47: Affedememek

1.9K 131 5
                                    

    "Lütfen beni dinler misin?" Onunla çıkmak için uğraştığı kapı arasına girmiştim. Bir haftadır hiçbir yerde yakalayamamıştım onu. Ve şimdi, o kadar günden sonra onu kapısını kapatmadığı odasında görünce... Kalbimde bir yerler deşilmişcesine acıyordu. Bu acı bana onu geri kazanmam için güç veriyordu. Savaşmak ve onu geri kazanmak zorundaydım. Çünkü onu seviyordum. Çünkü bu lanet zombi istilasında hayatta kalan tek kişiydi oydu. Çünkü benim ailemdi.

    Günlerdir benden kaçıyordu. Beni görünce kaşla göz arasında kayboluyordu. Nereye gidiyordu, nerede saklanıyordu bilmiyordum ama saniyeler içinde yok oluyordu işte. Şimdi de öyle olacağını sandım. Onun odasındaydık. Yine beni atlatacak sandım. Ama o ayağa kalktı ve doğrudan gözlerime baktı.

    "Sen benim için öldün." 

    Kan beynime sıçrayıp sinir sistemimi altüst ederken ağzından çıkan kelimeler kulaklarımda yankılanıyordu.

    Sen benim için öldün.

    Ölmüştüm. Elena gibi, annem gibi, Masal gibi. Özgür için artık yaşamayan biriydim. Etrafta aylak aylak gezen hırıltılılar gibi.

    Keşke gerçekten ölseydim, diye düşündüm. Şuan burada olmak yerine yerin dibine girseydim, ya da Caner'in dediği gibi yapıp kendi beynimi dağıtmalıydım.

    Kafamı kaldırıp gözlerine bakabilmeyi diledim. Ama bunu başardığımda artık orada değildi. Yine yok olmuş, mis kokusunu da yanında götürmüştü.

----------

    "Seninle konuşmuştuk. Anlaştığımızı sanıyordum." Depo'nun çatısındaki geniş camları açmış manzarayı izliyordum. Kemal'in beni burada bulamayacağını sanmıştım. Ama konu kuzenini korumak olduğunda, o her yerdeydi.

    "Sen konuşmuştun, ben sadece dinledim." dedim. Yukarı çıkmak için üst üste dizdiğim tahta kutuların üstüne basarak yanıma geldi. Oturduğum yer pek kullanılmadığından tozlanmıştı. Eliyle tozları silkeleyip yanıma oturdu.

    "Sana yapmamanı şiddetle uyardığım her şeyi yaptın, Savaş."

    "Bak Kemal, seni tanıdığım aylar içinde bir kere bile saygısızlık etmedim. Ama bu farklı bir durum. Ben Özgür'ü seviyorum. Ve şuan yaptığım hata yüzünden kendime zaten sinirliyim. Yani, her ne için kızacaksan, ben onun için zaten üzgünüm. Üzgünüm işte. Yaptım, üzdüm onu. Sen Özgür' ü korumak istiyor olabilirsin, anlıyorum ama onu üzüp de bunu geri alamayacak olan benim ve inan bana bu daha çok acı veriyor." Kenardaki tahta parçalarından birni rastgele elime aldım ve sertliğinden kırılmayacağına emin olduğum camlara fırlattım. Gözlerini bile kırpmamıştı. Bu her zaman gördüğüm cesareti, Özgür'de de vardı. İkisi de doğru bildiğine emin olduğu şeyi savunmada deli cesaretine sahiplerdi.

    "Her ne yaptıysan..." Sesinden anlayabildiğim tek şey kararlılıktı. O her zamanki gibi kararlıydı. Neden onlar gibi olamıyordum ki? O an neden Cemre'yi durduramamıştım? Çok güzel olduğu için mi? Hayır. Çünkü ben aptaldım.

    "Her ne yaptıysan, düzelt."

    "Düzelteceğim. Söz veriyorum."

Üstünü silkeleyerek kalktı.

    "Bunları daha önce de duymuş olmasaydım sana inanırdım. Sana güvenmiyorum. Şimdi, şaşırt beni."

----------

     Kafamı yastığa gömdüm. Nefessiz kalarak öldürebilirdim belki kendimi. Ama elbette bunu da beceremedim. Kapımın tıklatıldığını duyunca öksürerek kapıyı açtım. Camları sonuna kadar açtığımdan hastalanmış olmalıydım.

    "Özgür?"

    "Merhaba Savaş. Girebilir miyim?" Hızlıca başımı sallayıp girmesi için kenara çekildim. Kapıyı kapattı. Şaşkınlıktan yerime çivilenmiştim. Yavaşça birkaç adım attı. Yatağımın yanında durdu. Oturmakla oturmamak arasında kalmıştı. Sonunda eski çalışma masamın üstüne oturmaya karar verdi. Boşta kalan bacaklarını ileri geri sallamaya başladı. Aynı onu ilk tanıdığım gün olduğu gibiydi. Hiç değişmemişti. Saçları kısaydı sadece. Çünkü Bora onları kesmişti. Gözleri tıpatıp aynıydı. 16 yaşında bir kızın masum bakışları ve denizin derinlikleri, mavinin her güzel tonu.

    "Neden burada olduğumu merak etmiyor musun?" Boğazım kurumuştu. Yutkunamıyordum bile. Konuşacaktım ama sesimin çıkmayacağına emindim.

    Karşısında sadece susabiliyordum.

    "Sen bir şey söylemesen de ben konuşacağım." Ayaklarını sallamayı kesmeden kollarını göğsünde birleştirdi. Sonra bu duruştan rahatsız olup ellerini yanlara koydu. Onun da endişeli olduğunu görebiliyordum. Ses tonu ne kadar azimli çıksa da o da gelmekle gelmemek arasında kalmıştı.

    "Ben... Caner'le konuştum. Daha doğrusu, o benimle konuştu. Üzgün olduğunu anlattı."

    Ne? Caner mi? Bizim Caner?

    "T-tam olarak... Ne dedin az önce?" Konuşabilmiştim ama kekeliyordum, harika.

    "Caner bana geldi. Konuştuğunuzu ve beni kırdığın için çok üzgün olduğunu söyledi. Cemre'nin her zaman herkese karşı böyle olduğunu, suçun büyük bir kısmının ona ait olduğunu ve öpüşmekten ileri gitmediğinizi söyledi." Yanakları kızarırken ona doğru birkaç adım atıp gözlerine baktım.

    "Beni affedebilecek misin?" Kafam karmakarışık olmuştu. Caner, tanıdığımdan beri bana hayatı zehir eden adam, şimdi yardım mı ediyordu? Hem de Özgür'ü sevmesine rağmen...

    "Hayır hayır..." Özgür başını salladı. Ağlıyordu. Kafasını yukarı kaldırıp hızlıca gözünden düşen yaşları sildi. Ağladığını gizlemeye çalışıyordu. Her zaman ağladığını gizlemeye çalışırdı.

    "Savaş..." dedi sesi çatallanarak. Artık iyice ağlıyordu. Aramızdaki mesafeyi kapattım. Ağlamasını istemiyordum. Ona güven verebilmek istiyordum. Bana tekrar inanmasını istiyordum.

    Elimi elinin üstüne koyup sıktım. Belki de bu anı güzelleştirebilecek tek bir cümle vardı. Ve ben onu söylemek zorundaydım.

    "Özgür, seni seviyorum." Gözyaşlarını baş parmaklarımla sildim. Yüzünü iki elimin arasına aldım. Sanki öyle daha yakın olacaktık. Burnunu çekip gözlerime baktı. Yine Masal'ı görür gibi oldum.

    "Ben de..." dedi. Tam ağzımı açıp her şeyin geçeceğini söyleyecektim ki beni durdurdu.

    "Ben de seni seviyorum. Ama seni affedemem."

Salgın: SavaşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin