0.4

582 20 3
                                    

Ecmel'den

Buluşacağımız yere biraz erken gelmiş olmalıyım ki, benim dışımda kimse gelmemişti. Saate baktığımda ise beşe on kaldığını gördüm, dakik bir insan olduğumdan her zaman saatinde buluşma yerinde olur, asla geç kalmazdım.
Telefonumla ilgilendikten sonra Hilal ve Burak geldi. Kalkıp onlara sarıldım.

"Oo Ecmel Hanım her zamanki gibi ilk önce gelmişsiniz. Son zamanlarda yüzünüzü göreni direkt olarak cennete gönderiyorlar."

"Kızım çok doğru söylüyor, okul dışında seninle birlikte bir şeyler yapamıyoruz. Eskiden her gün beraberdik."

"Sizi tanıdıktan sonra her gün beraber olmanın çok da iyi bir şey olmadığını anladım." dediğimde hep beraber gülmüştük.

"Ecmel bu arada Duru da geliyor, ben aslında gelmemesini istemiştim ama Tuna barışmanızın iyi olacağını söyledi."

"Merak etme Hilal, başta ben de istemesem de sonrasında çok da kötü bir fikir olmadığını düşündüm. İkimizin de hataları var ve birbirimizden içtenlikle özür dileyip bu mevzuya bir son verebiliriz."

"Bak sevgilim," dedi Burak Hilal'in elini öpüp, "ben sana bu konuyu fazla kafana takmana gerek olmadığını söylemiştim."

"Bilmiyorum, sonuçta Ecmel'in fikrini danışmamıştık."

"Bu konuda haklısın, önce benim fikrimi sormalıydınız. Ama şimdilik bunu bir kenera bırakalım." Birkaç dakikanın ardından Tuna geldi.

"Hoş geldiniz beyefendi. Gözümüz yollarda kaldı, eğer birkaç dakika içinde gelmeseydiniz polisi arayacaktım."

"Sence de bana olan aşkını biraz fazla belli etmiyor musun Burak? Yanında sevgilin varken hem de, çok ayıp." Bana döndü.

"Merhaba güzellik, bugün çok şık olmuşsunuz."

"Abartma Tuna, her zamanki halim," diyerek saçlarımı geriye savurduğumda güldü.

Hilal ve Burak gözlerini arka tarafa çevirince Duru'nun geldiğini anladım.
Sandalyeye oturken hepinize merhaba dedi.

"Direkt olarak söze girmek istiyorum. Ecmel ben özür dilerim, gerçekten hiç hoş olmayan şeyler söyledim ve asla söylememeliydim."

Üzgün gözüküyordu, görünüşe göre Tuna haklıydı. Yine de iddiayı kaybetmiş olmamın siniri vardı üzerinde, buna Tuna' nın göz kırpması ve sırıtması da eklenince biraz daha da sinir bozucu bir durum halini aldı kaybedişim. Bir şey söylemem gerektiğini anlayıp konuşmaya başladım.

"Ben de özür dilerim, o gün ben de söylediklerin karşısında sinirlenip söylememem gereken şeyler söyledim."

"Ee bu durumda," dedi Tuna, "barıştınız varsayıyorum."

Birbirinize bakıp gülümsedik, bir insanla barışmanın vermiş olduğu rahatlığa sahiptim. Ama yine de iddiayı kaybetmiş olduğumu unutamıyordum çünkü kaybetmekten nefret ederdim. Her nedense içinde bulunduğum durumun gerçek olduğunu hâlâ kabullenemiyordum.

(Ecmel'in hikayesi)

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

(Ecmel'in hikayesi)

Bir şeyler sipariş ettikten sonra sohbete koyulduk. Bana sadece iki gün önce Duru ile sohbet edeceğimi, gülüp eğleneceğimi söyleseydiniz, aynen diyip geçerdim. Birkaç saat sohbet ettikten sonra düşündüğüm kadar kötü biri olmadığını ve az çok ortak yönlerimiz olduğunu (hayvanları sevmek, film ve dizi izlemekten zevk almak, Johnny Depp fanı olmak vb. gibi şeyler) fark etmiştim.

"Ecmel artık sorunlarımızı tam olarak hallettik öyle değil mi?

"Evet, umarım bir daha böyle bir durum ile karşı karşıya kalmayız."

"Kalmazsınız kalmaz." diyerek araya girdi Tuna.

Bir anda büyük bir gürültü koptu. Mekanı insan topluluğu bastı, ne olduğunu anlamadan Burak'ın söylediği söz üzerine ona doğru döndük.

"Altay Bayındır mı o?"

Gözlerimi Burak'ın baktığı tarafa çevirdim.
Evet, cidden buradaydı.

"Altay Bayındır mı? Burada mı? Neden?" diye sordu Hilal.

"Hiçbir fikrim yok sevgilim."

"Yemek yemeye gelmiştir, yoksa niye buraya gelsin." dedi Tuna.

"İyi de neden o kadar lüks restoran varken burasını seçti ki?"

"Niye? Bizim restoranımız da gayet lüks." diyerek burun kıvırdı Tuna.

Ahmet Amca yani Tuna'nın babası, buranın sahibiydi. O yüzden buluşmalarımızı genellikle burada yapardık. Yemekleri mükemmeldi ama Tuna'nın dediği gibi çok lüks bir yer de sayılmazdı.

"Bir şey sorabilir miyim? Altay Bayındır kim?"

Bir anda hepimiz Duru'ya dönmüştük. Bu durum beni çok fazla şaşırtmamıştı, futbolla arası olan bir kıza benzemediği zaten belliydi.

"Ne yani Fenerbahçe'nin kalecisi Altay Bayındır'ı tanımıyor musun?"

"Futbolla ilgilenmiyorum. Sadece babam Galatasaray'ı tuttuğu için ben de Galatasaray'ı tutuyorum diyorum."

"Kendisi Fenerbahçe'nin genç ve yetenekli olan kalecisi, ayrıca çok beyefendi biri." diyerek karşılık verdim.

"Anladım, ama çok da ilgimi çekmedi."

Çok da ilgimi çekmedi diyerek onu taklit etmek istiyordum ama kendimi tuttum.

Nihayet bir masaya oturmuştu, ardından Ahmet Amca yanınıza geldi. Bizlere selam verdi ve biz de onu selamladık.

"Baba," Altay'ın bulunduğu masayı göstererek "burada ne işi var?" diye sordu.

"Oğlum, Altay'ın bir arkadaşı ile ben arkadaş olduğum için ortak olan arkadaşım (Altay'ın yanındaki yeşil t-shirt giymiş olan kişiyi gösterdi) onu buraya getirmek istediğini ve benimle tanıştırabileceğini söyledi. Ee ben de kabul ettim tabii ki."

Demek sebebi buydu, yoksa normal şartlarda buraya gelmesi çok garip olurdu. Aslında Altay'ı daha önce birçok defa görmüştüm. Babam vefat etmeden önce hep beraber Fenerbahçe'nin maçlarına giderdik. Ama onun vefatının ardından bir daha maça gitmek gelmemişti içimden. Çünkü ne zaman taraftar besteler söylemeye başlasa babam ile birlikte birbirimize bakarak söylediğimiz besteler geliyordu aklıma.

"Siz yemeklerinizi yiyin çocuklar, ben de misafirimizi ağırlayayım." diyerek yanımızdan ayrıldı Ahmet Amca.

Kalabalık onca fotoğraf çekiminden ve imzanın ardından yavaş yavaş dağılmaya başladı.

Bir anda, hiç beklemediğim bir anda gözleri ile gözlerim buluştu. Kafamı anında çevirmiştim çünkü neden bilmiyorum ama utanmıştım. Yemeğimi yemeye koyuldum. Burak ve Hilal hâlâ Altay'a bakıyordu. Birkaç lokma yedikten sonra Burak konuştu.

"Ecmel Altay Bayındır sana mı bakıyor yoksa ben mi yanlış görüyorum?"

Ne, bana mı bakıyordu? Böyle bir şeyin imkanı yoktu. Yanlış görmüş olmalıydı.

"Yanlış görmüşsündür."

"Kızım hayır basbayağı sana bakıyor." diyerek arka çıkmıştı Hilal.

"İyi de neden?"

"Daha öncesinden tanışmıyorsunuz değil mi?"

"Hayır, Hilal. Zamanında maçlara gitmiştim ama nereden baksan bir yıl geçti, beni maçta görüp de tanıma ihtimali yok. Ayrıca tanımış olsa da fark etmez ki. Bu bana bakması için bir sebep değil."

Hâlâ bana baktığını sanmadığımdan gözlerimi onun olduğu tarafa çevirdim. Evet, gerçekten orada oturuyor ve bana bakıyordu. Birkaç saniye süren bakışmamızın ardından bu sefer gözlerini çeviren kişi o olmuştu. Ne yani cidden bana mı bakıyordu? Yoksa sadece denk mi gelmişti?
Eğer bana bakıyorsa neden bakıyordu? Beni birine mi benzetmişti acaba? Anlamıyordum.

whitelotus | altay bayındır Where stories live. Discover now