VII - VIII - IX - X - XI -XII - XIII

9 0 0
                                    



Petya, ailesinden ayrılıp Moskova'dan çıktıktan sonra alayına katılmış, çok geçmeden de büyük bir kuvvete kumanda eden bir generalin emir subayı olmuştu. Subaylığa terfi edeli, özellikle aktif orduya girip Vyazma Savaşı'na katılalı beri, artık büyüdüğü, adam olduğu için sürekli tatlı bir sevincin coşkunluğu içindeydi. Gerçek bir kahramanlık fırsatını kaçırmak korkusuyla arasız bir heyecan ve telaş hissediyordu. Orduda gördüğü, yaşadığı şeylerden çok memnundu. Bununla birlikte, asıl kahramanca işler kendisinin bulunmadığı yerlerde oluyor gibi geliyordu ona. Ve o bulunmadığı yerlere yetişmek için can atıyordu.

21 Ekim'de general, Denisov'un müfrezesine birini göndermek arzusunu açığa vurunca Petya kendisinin gönderilmesini o kadar acıklı bir ifadeyle yalvardı ki, general reddedemedi. Ama onu gönderirken, Vyazma Savaşı'ndaki çılgınca hareketini, gönderildiği yere yolu takip ederek gidecek yerde, atını savaş hattına, Fransızların ateşi altına sürerek orada tabancasıyla iki el ateş etmesini hatırlayarak, Denisov'un herhangi bir hareketine katılmaktan men etti. Denisov ona kalıp kalamayacağını sorduğu zaman Petya bundan ötürü kızarmış, şaşırmıştı. Orman kenarına gelinceye kadar, Petya görevini harfi harfine yerine getirerek hemen dönmesi gerektiğini düşünüyordu. Ama Fransızlar, Tihon'u görüp de gece mutlaka baskın verileceğini öğrenince, şimdiye kadar çok saygı gösterdiği generalin değersiz bir adam, bir Alman olduğuna, Denisov'un, yasavulun, Tihon'un birer kahraman olduklarına, böyle zorlu bir anda, onları bırakıp gitmenin ayıp olacağına, bir görüşten diğerine geçişte gençlere has bir hızla karar verdi.

Denisov, Petya ve yasavulla toplanma yerine vardığı zaman ortalık artık kararıyordu. Yarı karanlıkta eyerli atlar ve meydanda kulübecikler kuran ve (Fransızlar duman görmesin diye) ormanın sel çukurunda kor haline gelmiş ateşler yakan Kazaklar, hussar'lar görünüyordu. Küçük bir kulübenin sofasında bir Kazak, kollarını sıvamış koyun eti doğruyordu. Kulübenin içinde Denisov müfrezesinden üç subay vardı, bir kapıyı masa gibi düzenlemeye çalışıyorlardı. Petya ıslak elbiselerini çıkarıp kurutmaya verdi ve hemen yemek masası kurma işinde subaylara yardıma koyuldu.

On dakika sonra masa hazırlanmış, üstü sofra beziyle örtülmüştü, masada votka, bir matara rom, beyaz ekmek, kızarmış koyun eti ve tuz vardı.

Subaylarla birlikte sofraya oturup her yerinden yağlar akan elleriyle, güzel kokulu yağlı koyun etini parçalarken Petya kalbinde herkese karşı derin ve çocukça bir sevginin heyecanını duyuyor; başkalarının da kendisine karşı aynı duyguları beslediğine inanıyordu.

Denisov'a seslenerek, "E, ne dersiniz, Vasiliy Fedoroviç," dedi, "sizinle bir gün kalırsam bir şey olur mu?" Muhatabını beklemeden yanıtı kendisi verdi: "Öğrenmem emredilmişti, işte ben de öğreniyorum... Yalnız bırakın beni en... en önemli yere... Bırakın beni... Ödül istemiyorum... Şunu istiyorum ki..." Petya dişlerini sıktı, dik tuttuğu başını sarsıp elini sallayarak etrafına bakındı.

Denisov gülümseyerek, "En önemli yere..." diye tekrarladı.

Petya, "Yalnız rica ederim, bana bir takım veriniz, ben kumanda edeyim," diye devam etti, "ne olursunuz! Ah bıçak mı?" Eti kesmek isteyen bir subaya döndü, çakısını ona uzattı.

Subay çakıyı beğendiğini söyledi. Petya kızararak, "Sizde kalsın efendim. Bende böyle çok var..." dedi. "Ah! Büsbütün unutmuşum yahu!" diye birden haykırdı. "Bende kuru üzüm var, harika, çekirdeksiz. Bizim kantinci yenidir, çok iyi şeyleri var. On funt (409,5 gram) aldım. Tatlısız yapamam. İster misiniz?" Petya sofaya, Kazak'ın yanına koştu, içinde beş funt kadar kuru üzüm bulunan bir dağarcık getirdi. "Yiyin beyler, yiyin."

Savaş ve BarışWhere stories live. Discover now