11: Riyakâr

1.4K 269 197
                                    

Hate me- Eurielle

Tanrı insanoğluna geleceği gösterene kadar, insanlığın sahip olabileceği tek bilgi şu sözlerde saklıdır: Bekle ve umut et
Alexandre Dumas

.......

Merhabalar! Bölüme geçmeden önce söylemek istediğim bir şey var. Bu platformda, bu hesapla ve bu kurguyla tamamen kendi emeklerimle, herhangi bir sosyal mecrada önceden tanınıp reklam yapmadan bulunuyorum. Okuyan birkaç kişi arasında kurgu yazanlar varsa beni çok iyi anlayacaktır, yorum yapmanız ve oy vermeniz benim için büyük bir moral kaynağı. Okuduğunuzu bilmek bile büyük bir ayrıcalık fakat eğer gerçekten zamanınızı ayırıp okuyorsanız satır aralarına da birkaç yorum bırakabilirsiniz diye düşünüyorum. Fikirleriniz, düşünceleriniz, eleştirileriniz benim için çok önemli. İnanın birkaç yorum vakit kaybı yaşatmaz. Henüz yeniyim, zamanla gelişeceğim. Kitabımın tanınmasını, okunmasını elbette ki çok isterim ve bu sizin oy ve yorumlarınız sayesinde olur. Lütfen bunu göz önünde bulundurunuz.

Teşekkür ediyorum şimdiden♡

.......

Kıskançlık...

Nasıl ölümcül bir histi ki irademi küllere çeviriyor, önümde bağladığım ellerimi zangır zangır titretiyordu? Bedenimin her bir köşesine nakış nakış işleyen o zehri söküp atamıyordum, hoş, bunu istiyor muydum, orası muammaydı.

Salonun sağ ve sol koltuklarına yerleşmiş saray halkı ve büyük tahtın hemen yanında duran Prenses Helena olduğunu düşündüğüm siyah saçlı kadın gözlerindeki parıltıyla karşısında duran prense bakıyordu.

İhtişam buydu, kusur namına bir şey barındırmayan, baştan uca nakış nakış işlenen fiziği ile Prenses Helena tam karşımdaydı. Koyu saçları beline dek inerken, bedenini saran kan kızılı elbiseyle tam da Prens Theon'un yanına yakışacak bir kadındı. Yüreğime bıçaklar saplayan bu gerçeği kendi içimde kabullenişim bile acizceydi. Onun narin ve kusursuz yüzüne bakmaya daha fazla gücüm yoktu. Başım önümde, ellerim hastalığa yakalanmış gibi morarıp titrerken, yine devayı kendimde buluyordum, kendime tutunuyordum.

Ne yazıktı bana ki, yüreğime sunulan aşkı, tutkuyu bir adamda arar olmuştum. Ne günah işlemiştim de böylesine acı bir cezayla sınanıyordum? Kalbim bu işkenceye daha fazla dayanabilecek miydi? Prenses Helena eteklerinden tuttuğu elbisesi ile nişanlısına doğru yürürken, Prens, hiçbir zaman bana göstermeyeceği ilgiyi ve şefkati ona gösterip narin ellerinden öperken ve ışıltısını yitirmeyen gözleri Prensesin bakışlarıyla harlanırken nasıl dayanacaktım buna?

Elbisesindeki kızıla inat dudaklarına düşen koyu boya, nice canı katletmiş, kanını dudaklarına sürmüş gibiydi. Kendinden emindi, duruşu dimdik, gözleri ufkundan bir an olsun ayrılmıyordu. Prens, onun eline küçük bir buse kondurduktan sonra, bir kraliyet ailesi için etik bulunmasa dahi, o, salonda duran herkesin önünde kollarını prensin boynuna sarıp ona sımsıkı sarılmıştı. Prensin birkaç adım arkasında dururken bütün bunlara ölümlü gözlerimle şahit olmak kinimi öyle büyütüyordu ki lanete bulanmış gözlerimi oymak istememe sebep oluyordu.

"Tanrı'ya şükür, iyisiniz."

Yumuşak ama bir o kadar da derin sesiyle prense doğru konuştuğunda sesindeki yabancı hissi sevmemiştim. Samimi olmaktan ziyade, alay barındırır gibiydi sesinin dokusu ve koskoca salonda bunu sadece benim hissetmiş olabilmem, saf nefretimden ötürüydü belki de. Gözlerim gözlerinden bir an olsun ayrılmıyor, tek bir eksiğini yakalamaya çalışıyordu.

"Yolunuzu gözledim prensesim, neden böylesine geciktiniz?"

Prensten dökülen kırgın kelimeler gözlerimi Prensesten alıp ona çevirmeme sebep olmuştu. Yüzüne konan silik tebessümün ardında gözle görülür bir hayal kırıklığı vardı. Prenses genzini temizleyip, prensin tuttuğu eliyle büyük tahta doğru ilerlerken, onun sorusunu da cevapsız bırakmıştı.

PORTO || TaekookDonde viven las historias. Descúbrelo ahora