◆1◆

525 21 3
                                    

❊❊❊

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

❊❊❊

"Merhaba anne," diye başladım hayattayken yüzünü görmediğim, adını sadece başucundaki mermer taştan okuyarak öğrendiğim, benden topraklarca ve dünyalarca uzaktaki kadına fısıltılarımın ulaşmasını bir kez daha umarken.

"Bugün siyah bir kedinin ölmesine engel oldum. Kurtardım diyemem. Belki de o kedi, tek suçunun kara tüylerle doğması olmasına rağmen uğursuzluk getirdiğine inanıldığı için insanlardan bıkmıştı ve arabaların geçtiği yolun ortasına bilerek atlamıştı." Ellerimi kurumuş toprağın üzerinde gezdirirken devam ettim. "Benim yüzümden ölmedi. Sence benden nefret ediyor mudur? Ya sen... Seni bizzat gömdüğüm için benden nefret ediyor musun?"

Toprak parmaklarımın arasından akıp sahibine ulaşırken gözlerimi mezar taşına diktim.

Faruk'un Eşi,
Helen...

Okuduğum isim, içimde hiçbir duygu uyandırmamıştı. Onu tanımıyordum. Çömeldiğim yerden toprağın yardımıyla ayağa kalktım. Baykuşların sesi kulak tırmalayıcı hâle gelmişti. Bir mezarlıkta, ölüm sessizliğini bulamamam ironikti.

Ayak ucumda bıraktığım fenerimin kulpundan tuttum. Bu eskiden kalma fener ve üstümdeki cübbeyle hayalete benziyordum. Bir ruhla aramdaki tek fark, taşıdığım bir bedene sahip olmaktı sanırım.

Tabanı toprakla buluşan postallarımla sessizce ilerliyordum mezarlıkta. İsimsiz mezarlar da vardı, taşı kırık olan da. En çok da sulanmadığı için çöken kabirlere üzülürdüm. Bir ceset için bile hayat acımasızdı.

Mezarlığın çıkışına geldiğimde boyası yıpranmış demir kapının önüne yaslanan aşina olduğum silüeti gördüm. Kafasını yavaşça dizlerinin üstünden kaldıran beden, yorgun gözleriyle elimde loş ışık yayan gaz lambasına ardından bana baktı. "Neden anneannemin bile kullanmadığı eşyayı kullanmaya devam ediyorsun?" dedi hep içinde tuttuğu suali nihayetinde sorarak. Omuzlarımı onun göreceği şekilde silktim. "Yakışmıyor mu?" dedim feneri daha da kaldırarak. Başını sağa sola sallarken "Kesinlikle hayır." diye kestirip attı.

Baş parmağıyla gözünü ovuşturduğunda uykusunun geldiğini anladım. O çocuk gibiydi ve ben aksine kasvetliydim. Nasırlı ellerim bir ölününkine keza solgun ve kemikliydi. Gören hiç kimse, mezar kazacak güce sahip olmadığımı düşünürdü.

"Sancar." Adını söylediğimde bana 'efendim' der gibi baktı. "Ben sürerim arabayı." dedim. Yüzündeki belli belirsiz rahatlamaya şahit olmuştum.

"Sorun yok ben de sürerdim." dedi kibarlık olsun diye ama kabul etmeyeceğimi de biliyordu.

"Hayır, kullanırım ben. Gözlerinden uyku akıyor, arkada uyursun hem."

Kaşları korkuyla çatıldı. "Arka derken?" Yanlış anlamasıyla dudaklarımın kenarı yukarı kıvrıldı. "Aptal." diye mırıldandım. "Tabuta gir demiyorum tabii ki sana!" Derin bir nefes verdi ayağa kalkarken.

Dublör (Gay)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin