BÖLÜM 9: KANLI AĞAÇ

26 11 2
                                    

Hiçlik....

Aslında bir kişioğlunun aklından çıkarmaması gereken tek gerçeklik bir hiç olmasıydı. Sonsuzlukta yükselen göğün katlarının altında; yukarıdan bakılsa ufacık göründükleri halde, kibirle kaplanmış benlikleriyle, yerin üzerinde öylece gezinir dururlardı oysa ki. Zaten başlarına ne geldiyse bu kibirlerinden gelmemiş miydi?

Alaca, buz gibi soğuk suyun, binlerce iğne gibi tenine batmasıyla irkilirken, düşündüğü şey tam anlamıyla buydu. Hiçlik duygusu... Yer'in üstünde ne kadar sevilse de, tanınsa da, saygı görse de; bilinmez derinlikteki bir denizin içinde ufacık bir damla bile değildi. Şimdi, uçsuz bucaksız Uluderya'nın zemheri gibi soğuk koynundaydı. Suya düştükten bir iki saniye sonrası çarpmanın etkisiyle biraz sersemlemiş, başındaki yarası yüzünden de hızlı hareket edememişti. Uluderya, onu sıcak ve yumuşak bir şekilde karşılamamıştı tabii ki. Önce onu soğuk hırçın suyuyla iliklerine kadar dondurmuş, sonra da nefesini kesmişti. Suyun içinde saygıyla, hareketsiz duran kızı, Uluderya bütün öfkesiyle boğuyordu.

Nefessizlik kızın ciğerlerini iyiden iyiye yakmaya başladığında, Alaca gözlerini açmaya çalıştı ve biraz hareketlendi. Kollarını yukarı doğru kaldırdı ve takdire şayan bir çabayla yüzerek başını suyun üstüne çıkarmayı başardı. Açlıkla derin bir nefes alırken, üzerine gelen dalgayla yeniden suya daldı ve nereye gittiğini anlamadan savruldu. Yeniden çırpınırken, gökyüzüne doğru yüzdü ve hava tekrar ciğerlerine doldu.

Şimdi başını suyun üzerinde tutabiliyordu. Ciğerlerinin temiz havayla dolmasıyla kendine gelen kız, birden oraya nasıl geldiğini ve amacını hatırladı. Gözleri dehşetle açılırken, hızlıca etrafına bakmaya başladı.

"Hayır hayır şimdi ölmüş olamazsın, daha işimiz bitmedi! NEREDESİN?" Diye var gücüyle bağırdı.

Panikle etrafına bakmaya devam ederken, Uluderya'nın üzerinde bir hareketlilik sezdi. Ondan birkaç kulaç ötede, bir çift kol suyun üzerinde durmak için çabalıyordu. Kolların sahibi bir hamleyle yüzünü göğe kaldırıp derin bir nefes almıştı ki, Uluderya, başlarının üzerinden yeni bir dalga aşırdı.

İki kız da kayalara doğru çekildi. Alaca, soğuktan uyuşmuş bir halde suyun üzerine çıkarken, bir an önce kıyıya varmaları gerektiğini düşünüyordu. Boğulmasalar bile donacaklardı. Tekrar etrafına göz gezdirip kızın olduğu yeri seçtikten sonra olabilecek en hızlı şekilde ona doğru yüzmeye başladı. Soğuktan ve yorgunluktan neredeyse yarı baygın olan kızı yakalarken, son kalan kuvvet kırıntısıyla kıyıya yöneldi.

İki kız perişan bir halde kıyıya vardıklarında, kendilerini taşlı sahilin üzerine attılar. Bulundukları yer kıyıdaki bir mağaraydı. Alaca, kan kaybından, yorgunluktan ve soğuktan ölü gibiydi. Üzerinde yattığı taşlar tenine batıyordu ama Uluderya'nın buz dikenlerinin yanında taşlar neydi ki? Üstelik ciğerlerine tuzlu su değil, temiz hava doluyordu. Ancak artık hareket etmek imkansızdı. Uzunca bir süre orada kendini bilmez bir şekilde yattı.

Diğer kızın da Alaca'dan pek bir farkı yoktu. Yaralı olmasa bile korku, onu tüketmişti. Bitkinlik ve panikten, artık yeniden kalkıp mücadele etmek için gücü kalmamıştı. İkisi de bir süre kıyıda yatıp kendine gelmeye çalıştı.

Alaca'nın yanında yatan kız, nefesini düzene sokup kendini daha iyi hissetmeye başladığında, yavaşça hareketlenmeye başladı. Başını çevirip yanında baygın yatan Alaca'ya baktı. Kız, ruhu uçmuş gibi yatıyordu. Soğuktan ve kanamaktan iyice soluklaşmıştı ve dudaklarının kenarları belli belirsiz morarmıştı. Kız usulca doğrulurken , 'Acaba ölmüş müdür?' diye düşündü. Nefes aldığı bile belli olmuyordu. Kız dizlerinin üzerinde otururken Alaca'nın yüzüne doğru elini götürdü. Ancak soluduğu havayı hissedemedi. Bu sefer kulağını kızın burnuna doğru yaklaştırıp nefes alıp almadığını kontrol etmek istedi. Kalp atışları hızlanırken, sessizce kızı dinledi. Tam bu sırada Alaca'nın bitkin ancak alaycı sesi kızın ödünü kopardı.

DEMİRKAZIK'IN PERDESİ Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang