kim çözecek bu bilmeceyi?

334 52 19
                                    

Dalgın gözlerle gelen geçeni izlerken avucunu sardığı ince belli bardağı dudaklarına götürüp büyük bir yudum aldı genç oğlan. Yüzü anında buruşurken buz gibi olmuş çayı tükürmemek adına kendiyle büyük bir savaş vermek zorunda kalmıştı. Zorlukla yutkunup, el kol hareketleriyle çıraktan yeni çay isterken o sırada önünden geçen çocuk kafilesinin ona attığı ters bakışlara aynı şekilde karşılık verdi.

Gözlerini devirerek yanına gelen çırak elindeki tepsiden seçtiği yeni demlenmiş çayı aldığı yarım bardağın yerine bırakırken "Bir daha istersen getirmeyeceğim Tarık abi, kaçıncı yarımın bu?" diyerek sitem etmeyi ihmal etmedi. Kızıl olan geldiğinden beri aldığı her fincanı soğutuyor, sonrasında hiç olmamış gibi yenisini istiyor ve yenilerini de yarısına gelmeden içmeyi unutup, tekrardan soğutuyordu. Yaklaşık yarım saat önce başlamış olan bu döngü hem kahvehanenin sahibini hem de yanında çalıştırmaya başladığı yeni çırağını sonunda zıvanadan çıkarmıştı.

Tarık bozulduğunu belli etmek istermiş gibi kaşlarını çattı. "Laflara bak. Ne değerli çayın varmış be oğlum, tamam istemeyiz bir daha."

Genç çocuk tekrardan gözlerini devirip, cevap vermeden aldığı yarım çay bardağıyla sokağın karşısındaki kahveye geri dönünce o da ağzındaki garip tadı götürmesini umarak taze çayı dudaklarına götürdü. Dalgın olduğunun kendisi de bittabi farkındaydı. Bu dalgınlığının sebebinin uykusuz geçirdiği geceler olduğunu da biliyordu, zira arası uykuyla son zamanlarda pek limoniydi. Elinden gelen tek şey tatlı uykunun bir gün ona uğramasını ummak olduğundan dalgınlığını da, uykusuzluğunu da çaresiz gözlerle izlemekten başka bir şey yapamıyordu.

Sıcak çayından keyifli bir yudum daha alıp, oturduğu taburede iyice yayılırken insanların gelip gittiği sokağı izlemeye kaldığı yerden devam etti. Son dersi boş olduğu için diğerlerinden erken çıkmış, soluğu Erkan'ın babasının meşhur bakkalında almıştı. Doğduğu andan beri onu tanıyan, tüm afacanlıklarına, düşmelerine, ağlamalarına, kalkıp kaldığı yerden koşmalarına tanık olan Ertan Bey ne zaman yolu buraya düşse seve seve misafirliğini kabul ederdi onun için ikinci bir evlat hâline gelen kızıl oğlanın. Tarık da kendisini oğlu gibi gördüğünü bildiğinden, belki de Ertan Bey nazını geçirebildiği sayılı mahalle büyüklerinden olduğundan, bulduğu her fırsatta soluğu burada almayı alışkanlık hâline getirmişti kendine.

O geldiği anda Ertan amcası, "Tarık oğlum, benim Ahmet amcanda birkaç işim vardı. Madem buradasın yarım saatliğine bakıversen dükkana?" diye hızlı hızlı konuşunca da telaşlı adamı kıramamış, yüzünde sevecen bir gülümsemeyle ricasını seve seve kabul etmişti. Nasıl Ertan Bey onu oğlu gibi görüyorsa Tarık da Ertan Bey'i öz babasıymış gibi sayar, severdi. Gitmeden önce Erkan'dan daha hayırlı olması hakkında söylenen yaşlı adamın iltifatlarını kabaran göğsüyle dinlemiş, bu iltifatları daha sonrasında arkadaşına yetiştirip, böbürlenmeyi de aklının bir köşesine kazımıştı.

Ne olur ne olmaz diye dükkanın anahtarını da Tarık'ın eline bıraktıktan sonra koşar adımlarla sokağın çıkışına doğru ilerleyip, yaklaşık yarım saat önce gözden kaybolmuştu. Sonuç olarak eşin, dostun; işte, okulda olduğu bu saatlerde her zamankinden daha sakin olan dükkanı fırsat bilen Tarık hiç vakit kaybetmeden Ertan Beyin kasa arkasındaki rahat sandalyesine kurulmuştu.

Bu defa soğutmadan demini görebildiği çayından son, acı bir yudum alıp boşalan fincanı masada bulduğu ilk boşluğa bıraktı. Birkaç dakikadır yaptığı gibi dikkatini yeniden Ertan Bey'in aceleden yarım bıraktığı bulmacasına verirken, uğraşılmaktan şekli şemali kaymış gazete parçasına şöyle bir göz attı. "Bal böceğim, senin gibi insafsız görmedim ben." diye nereden duyduğunu hatırlamadığı, diline dolanan rastgele bir şarkıyı mırıldanmaya başladığında aynı nakaratı o gün kaçıncı kez tekrarlayışıydı sayamıyordu bile.

oyunbozanWhere stories live. Discover now