7. Bölüm

949 93 109
                                    

     Bu sabah Şevki abi dükkanı açtığımız an başladı dergi için çizim yapmaya, saatlerce kalkmadı masadan. Yemeğini dahi yarım yamalak yedi. Üstelik bakmama dahi izin vermiyordu, bu sefer ne çizmişti hem korku hemde merakla bekliyordum.

     Alışmıştım işime, hatta zamanım o kadar çok artıyordu ki, önü sepetli bisikleti alıp dağıtım yapmaya çıkıyordum. En sevdiğim yere gelmiştim bisiklet ile şimdi, Yunan asıllı Niko amcaya. Kasabanın en tenha, en büyük ve en sahile yakın eviydi onunki. Büyük bahçesine çeşit çeşit çiçek ekmiş, selvileri bulutlara değin uzanmıştı.

    Kışa yaklaştığımızdan olsa gerek, tüm çiçekleri boynunu bükmüş öksüz gibiydiler. Lakin bu bahçenin verdiği huzuru hiçbir insanda bulamadığıma yemin edebilirdim. Demir ve oldukça güzel işlemeli kapıyı açtım ve bisikleti  kapının dışında bıraktım. Bu uzun ve güzel bahçeyi yürüyerek geçmeliydim, tünel gibi diktiği sarmaşıklı yoldan geçtim usul usul. Kuru dalları vardı lakin korkutucu değil, estetik ve güzel hissettiriyordu buradan geçmek. Ellerimi dallara değdirerek tünelin ucundan çıktım.

     Sağ kolumun altına aldığım dergi ve birkaç gazeteyi, ellerime indirdim. Öyle yavaş yürüyordum ki, içlenecek kadar. Her ne kadar düşünmeyi yasaklasam da, düşünüyordum ardımda bıraktığım herkesi. Ne acıydı insanı en mutlu edenleri, en mutsuz şekilde yad etmesi. Oysa geçmiş buruk bir tebessüm bırakmalı idi dudaklarda, özlemek gerekti. Ben özleyemiyordum.

    Beyaz oyma işlemeli kapının, demir tokmağını çaldım üç kez ve beklemeye başladım. Bembeyazdı bu büyük, sımsıcak ev. Panjurlarına kadar, merdivenlerine kadar beyazdı her köşesi. Tek katlı, alabildiğine geniş ve 'ben yaşadım' diyerek haykıran bir evdi herşeyi ile. Öyle bakımlı idi ki! Niko amca tatil için gelmiş Türkiye'ye, baştan sona gezmiş ama o da benim gibi buraya bırakmış yüreğini.

   Hemen bir ev tutmak istemiş ama istediği gibi bir ev bulamamış. O da bu araziyi almak için sahibini aramış durmuş, arazinin sahibi dul bir hemşire imiş. Ulaşmış o kadına, karşısında nasıl bir kadın beklemiş bilemem ama gördüğü an mesele arazi olmaktan çıkmış, aşk olmuş. Araziyi sormamış bile, hergün uğramış sağlık kabinine. Ertan püften sebep, hep başucunda olmuş. Üç ay böyle geçmiş. Bakmış sebep kalmadı, hem araziyi hemde kendisini istemiş. Lale'nin de gönlü düşmüş genç adama geçen süre içinde.

    Kabul etmiş bir süre sonra, sonrasında ise beraber kurmuşlar yuvalarını. Çok zorluk çekmişler amma el ele geçmiş tüm zorluklar. Sonunda böyle dillere destan bir yuva ve aşk hikayesi çıkmış ortaya. Seneleri öyle dolu, öyle aşklı geçmiş ki  ölüm dahi ayırmamış onları. Niko amca birkaç yıl önce vefat eden karısını hala yaşıyor, yanımda diyerek sevmeye devam ediyor. Bahçesine bakıyor, bükülmüş beline rağmen her gün tertemiz tutuyor bu koca yeri.

    Hafta sonları özellikle uğruyorum yanına, tabii kasabalı da asla boş bırakmıyordu. Çok seviyordum bu yeri, aşıktım bu kasabaya. Masal gibi insanlardı. Elbet kavga, gürültü oluyordu ama hepsi sımsıkı sarılmalar ile bitiyordu.

    Niko amca ile biraz sohbet edip ayrıldım yanından, hafta sonu geleceğime söz vererek.

   Dükkana döndüm geri, etrafa gülücükler saçıyor herkese laf atıyor, haytalık yapıp sohbete giriyordum yol boyu. Artık herkes tanıyordu beni, kabul görmüştüm, sevilmiştim. Dükkandan içeri girince Şevki abi, "Kulaklarını çekeceğim senin, kaç saat oldu neredesin sen kaçak! Çabuk git iki çay kap gel, birkaç iş vereceğim sonra sana." Dedi.

   Kızmamıştı çünkü diğer günler de kendisi hep ortadan kaybolur akşama kadar tek bırakırdı beni. Kahvehaneye gider oyun oynardı kimi zaman, bazen esnafla toplanır akşama kadar gezerdi dükkan dükkan.

İntisabWhere stories live. Discover now