otuz altı

23.5K 1.9K 535
                                    

dktt • gitme

°

apo
burak

evini seviyordu burak. ayda iki hafta kalabildiği odasını, eşyalarını ama en çok bir yere ait olma hissini.

evde pişen anne yemeği kokusunun burnuna dolmasını, tıka basa karnını doyurmayı, annesine gününü anlatmayı. sabah olunca babası gelmeden erkenden kalkıp ortadan kaybolmak ne kadar boktan olursa olsun o yine de evini seviyordu.

az önce mesaj almıştı annesinden, eve gelebileceğini okuyan burak atladığı gibi oturduğu eve gelmişti. şimdi rutubet kokan bu eski binanın merdivenlerini hızla çıkıyordu. özlemişti onu.

babasıyla arası ne kadar kötü olsa da annesiyle arası iyiydi. biliyordu, annesi de istemiyordu evden gitmesini ama ikisinin de elinden bir şey gelmiyordu. kızmazdı hiç ona, neden beni korumuyorsun neden bana arka çıkmıyorsun diye hiç sormazdı. onun da yapabileceği bir şey olmadığını biliyordu çünkü.

elini cebine attı sonra. anahtarını çıkartıp deliğe taktı. çıkan sesle kapıyı açıp içeri adımlamıştı.

güleç suratı koltukta oturmuş çayını yudumlayan adamla beraber yüzünde soldu. eli onu uzun süre sonra görmüş olmanın şaşkınlığıyla anahtardan düştüğünde çıkan sesle gözler ona dönmüştü.

baba, insan hiç tek bir cümleyi içten söylemek için canını bile vermeye razı gelir miydi?

isterdi, çok isterdi sarışın. başı sıkıştığında babasını aramayı. onun kolları arasına girmeyi. bak diyordu içinden, koca adam oluyorsun ama hala babanın sırtına ihtiyacın var diye. yine olsa yine yaslanırdı burak. onu nefretle süzen gözler boğazında bir yumru. göğüsünün üzerinde korkunç bir ağırlıktı.

"bunun ne işi var burada?" dedi kalın bir ses. annesi korku dolu gözlerle ayaklandığında kafasını eğdi burak.

"ahmet, o bizim.."

"benim öyle bir oğlum yok. şu hale, şu saça başa bak. serseri, hiç mi akıllanmaz insan?"

hep aynı cümleler dedi içinden. serseri, benim öyle oğlum yok, haline bak falan filan. hiç değişmiyordu. hatta birazdan kaybol gözümün önünden diyecekti kesin. o kadar alışıktı ki bu azara, işlemiyordu artık.

"kaybol gözümün önünden."

ayaklanan adamla reflekse geriledi. cümlesi şaşırtmamıştı ama ayaklanmasını beklemiyordu. kendini ezdirecek değildi, biraz daha ileri giderse birbirlerine gireceklerdi yine belli ki. tatsızlık çıksın istemiyordu, bununla savaşmayacaktı artık. cümlelerini bile aynı kalıpla kuran adamın kafasına girer miydi başka şeyler?

"burak.."

"sorun yok anne." sahte bir gülümsemeyle tek koluyla sarıldı annesine. koridorlarındalardı şimdi. burnuna dolan huzurla derin bir nefes çekti. ona sarılma fırsatını çok bulmazdı.

"gelmeyecekti." dedi çaresiz kadın. yapabilecek bir şeyi yoktu, çok dil döküyordu eşine ama dinleyen mi vardı sanki? huzuru bozduğuyla kalıyordu. öyle olunca sadece burak'a değil onlara da sarmaya başlıyordu bu sefer. iki arada bir derede kalıp denge sağlamaya çalışmak öyle zordu ki.

öyle normal ⚣ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin