8

1.7K 157 110
                                    

ebeveynlerinin bir şeyin ters olduğunu anladıkları belliydi. yani- normalden daha ters.

ikizler eve döndüklerinden beri tek kelime etmemişlerdi.

osamu hala evin içinde atsumu'yu takip edip duruyordu ama ağzını bıçak açmıyordu. atsumu ona hakkını vermeliydi, osamu acı çekiyordu ama ısrarla peşini bırakmıyordu. yapışkan, mutsuz bir kuyruk gibiydi.

atsumu'nun durumu ise... her zamanki gibiydi.

kötünün kötüsü yoktu sonuçta.

atsumu'nun bunu nasıl düzelteceği hakkında hiçbir fikri yoktu. pek de çözüm odaklı biri sayılmazdı- daha aylar öncesine kadar hayattaki bütün sorunlarının çaresini kendini asmakta bulmuştu. şimdi ise bu bir seçenek değildi.

acaba hiçbir şey olmamış gibi yine bu konu üzerinden şaka yapsa osamu ne derdi? kızar mıydı? ağlar mıydı?

ne yapacağını bilmiyordu. küçükken her kavgaları sessiz jestlerle biterdi. osamu mutfakta beceriksizce bir şeyler pişirir, kendisiyle paylaşırdı. atsumu oyun konsolunu kurar, kardeşini çağırırdı. önceden sessiz bir anlaşmaları vardı, birbirlerinin düşüncelerini hissetmek için çabalamak zorunda kalmazlardı.

şimdi aralarına uçurum girmiş olması atsumu'nun suçuydu. son zamanlardaki her şey gibi.

o yüzden gecenin bir yarısı ranzasından inip hala uyumamış osamu'yla göz göze geldiğinde ne demesi gerektiği hakkında bir fikri yoktu.

hiçbir şey söylemedi, odanın çıkışına ilerledi. yorganın kırıştığını duyması, osamu'nun da peşinden gelmeye hazırlandığını gösteriyordu. atsumu bir an sırf kardeşini sinir etmek için banyoya gitmeyi düşündü, osamu da gecenin bir yarısı aptal aptal başını beklerdi, komik olurdu.

bu düşünceden nefret etti. kendisi insan olmadığı için hiçbir şey hissetmiyor olabilirdi ama osamu mutsuzdu. onu daha da yormanın anlamı yoktu.

merdivenlere döndü. mutfağa girip ışığı yakana kadar arkasına bakmadı, osamu'nun tam arkasında olduğunu biliyordu.

"tsumu, ne yapıyorsun?"

ya gece olduğu için, ya gün boyu konuşmadığı için ya da ağlamaktan olsa gerek- osamu'nun sesi çatlıyordu.

"acıktım." çekmeceden bir bıçak çıkardığında osamu'nun gözleri panikle parladı ama hiçbir şey demedi. atsumu bir an tereddüt etti, yine de ikinci bıçağı çıkarttı.

sessiz bir davetti. ikizlerin iletişim yolu her zaman bu olmuştu.

atsumu buzdolabının başına gittiğinde kardeşi davetini kabul etti, tezgaha yerleşti. bir doğrama tahtası çıkardı.

buradan sonrası sessizlik içinde geçti. ikilinin uyum içinde çalışabilmeleri için kelimelere ihtiyaçları yoktu. atsumu sadece osamu'nun sebzeleri tek kişiye yetecek kadar doğradığını fark ettiğinde duraksadı, buzdolabına ilerledi. elinde domatesle tezgaha geri döndü.

osamu'nun kafasının karıştığını biliyordu. "...domates sevmiyorsun ki?"

atsumu omuz silkti. sen seviyorsun.

açıklamasına gerek kalmadı. osamu bu sefer kendisi için de bir şeyler doğramaya başladı. olabildiğince sessiz bir şekilde çalışmaya devam ettiler.

bir şeyler demeyi düşündü. özür dileyebilirdi. yalan söyleyebilirdi. bir şey- herhangi bir şey demeliydi, şu an yanında duruyor olması osamu'nun mutsuz olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

kimsenin ne hissettiği uzun zamandır umurunda değildi ama yan gözüyle kardeşini izlediğinde umursamaya karar vermesi çok sürmedi. osamu daha iyisini hak ediyordu. hiç değilse denemeliydi.

proje √ sakuatsuOnde histórias criam vida. Descubra agora