10. Bölüm

194 8 6
                                    

Duyduklarım karşısında şok içinde Alexander'a baktım. Ağır geliyordu. Onun ağzından babam tarafından sevilmediğimi duymak, araç yada amaç olduğumu duymak canımı yakıyordu. Sevilmediğim onun ağzına yakışmıyordu.

Asla normal baba-kız olamamıştık biz. Ve asla, böyle bir beklentim olmasına bile izin verilmemişti.
 
Babamla anılarımızı düşününce, elle tutulur hiç bir şey bulamıyordum. Bana kullandığı bir sevgi sözcüğü yada güzel bir cümle bile aklımın bir köşesinden çıkıp kendini hatırlatamıyordu. Çünkü yoktu. Ian'ı benden çok benimsemiş ve bana göstermesi gereken ilgiyi çoğu zaman ona göstermişti. Ben bir asker, Ian ise onun oğluydu. Kendimi beni sevdiğine ve onun böyle soğuk mizaçlı bir insan olduğu için bana karşı böyle davrandığına inanıyordum. Çünkü babamdı. Elimde aileme, kanıma , canıma ait kalmış tek şeydi.
 
Kafamda kurduğum dünya param parça olup ayaklarımın dibine düşerken çıkan ses kulaklarımı sağır etti. Ayağımın dibindeki kırık dünyamın üzerine basıp geçtim. Ayaklarımı kesip kanatsa da bastım, geçtim. Kanlı ayaklarımın geçmişimin üzerindeki izlerine dönüp baktım. Dudaklarım gülümsemek istercesine kıvrılıyordu, aynı zamanda canım da yanıyordu. Yeni bir dünya kurmam gerekiyordu. Sadece gerçeklerin olduğu bir dünya kurmak istiyordum.

Elini elimin üstüne koyan Alexander ona dönmemi sağladığında kafamda çoktan yeni bir hayata başlamıştım. Konuşmadı. Konuşmadım. Sadece bana baktı, özür dilerim Alex. Dediğini duyar gibiydim. Başımı yana eğdim ve kirpiklerimin altından ona bakıp dudaklarımı kıvırmaya çalıştım, önemi yok Alexander. Oda beni duymuş gibi başını salladı ama elini çekmedi. Ian'a bakmak için ayağa kalktığımda elini bırakmak zorunda kaldım.

" Nereye?"

" Ian'a bakıp yatacağım." Dedim kırık çıkan sesimle. Boğazımı temizledim. Yeterince acınası durumdaydım.

" Sen yat, ben bakarım." Dedikten sonra ayaklanmaya çalıştı ama onu durdurdum.

" Ben bakacağım." Kararlı bakışlarımı gördüğünde itiraz etmek üzere açtığı ağzını kapadı ve kısa bir hareketle başını salladı. Kırılıp kırılmadığını düşünecek durumda olmadığım için başka bir şey söylemeden Ian'ın yattığı yere doğru gittim. Tulumunun başına çöktüm. Kolunun bir tanesini tulumun dışına çıkarmış ve tulumda yan dönmüştü. Çatık kaşları ve öne doğru uzanmış dudaklarıyla bana kalbimin kıpırtılarını hatırlatmıştı. Kendi kendime gülümsedim. O da babam gibiydi. Beni asla sevmemişti ve ben yine aynı şekilde kendimi ne olursa olsun beni sevdiğine inandırmıştım. Ona karşı içimde bir şeylerin bittiğini düşünüyordum ama o böyle savunmasız önümde yatarken ve canı yanarken içime bir ağırlık çöküyordu. Ondan nefret etmiyordum. Aşık da değildim. Ama sanırım onu seviyordum, hala. Tanımadıklarıma olan merakımla tanıdınıklarımın bildiğim huzuru içimde yarışıyordu. Ve ben sadece sonucu bekliyordum. O sonuçtan da dehşet bir şekilde korkuyordum. İçimde hangisi kazanırsa öbürünü kaybedecektim. İkisinide kaybetmek istemiyordum. Bencildim.
 
Yanına çöktüğüm Ian, kıpırdanıp kaşlarını daha da çatınca elimi yanağına koydum. Varlığımı hissetti ve kaşları gevşedi. Elimi yanağından alnına çıkardım. Ateşi yoktu. Bu da bacağı kötü durumda değil demek oluyordu sanırım. Oynaşan kirpiklerinden sonra gözlerini hafif açıp bana baktı. Karanlıkta neyi ne kadar gördü bilmiyordum ama gözlerini tekrar kapayıp adımı mırıldandı.

" Buradayım," diye fısıldadım saçlarını okşarken. Bilindik his bedenimi ele geçirirken Ian la aynı anda derin bir nefes aldık.

" Gitme." Ağzından çıkan bu kelime çoktan beni olduğum yere sabitlemişti. Bir şey demeyip gözlerini açıp etrafa bakmasını izledim. İncelemesini bitirdikten sonra bana döndü. Elimi saçlarından çekip bacaklarıma sardım ve başımı arkamdaki duvara yaslayıp karanlıkta sonu yokmuş gibi görünen mağaranın tavanına baktım. Siyahtı. Kop koyu. Benim gibi.

SAVAŞ-MAOù les histoires vivent. Découvrez maintenant