2. Bölüm

184 13 1
                                    

  Jack' in arkasından Ian'la beraber yürürken aklımda olan tek şey, yeniyi takımımda nereye koyacağımdı. Uzun gri koridorları saçma bir heyecanla yürürken arada Ian'a bakıyordum.  Daha 6 yaşındayken hayran olduğum ve gün geçtikçe hayranlığımın hep arttığı o muhteşem yüzüne kaçamak bir bakış attım. Ela gözleri yolu izliyordu. Uzun kirpiklerinin gölgesi çıkık elmacık kemiklerine düşerken bakışlarımı önde yürüyen Jack'in sırtına sabitledim. Buradaki - askeri kısımdaki - her asker kaslı ve yapılı olmalıydı. Cılız ve güçsüz insanlara ihtiyacımız yoktu. Öyle olanlar 15 kat yukarıda yemek yapıyor, tahıl yetiştiriyor, bizi hayatta tutmak için çalışıyorlardı. Bizi. Biz askerleri. Kendilerini şanssız gören işçi kısmı, ne kadar büyük bir şeye sahip olduklarını bilmiyordu.

  Biz askerlere yasak olan tek şey aşktı. Her şeyi yapma hakkına sahiptik ama aşık olmamız kesin olarak yasaktı. Ne birbirimize ne de üst katta olanlara. Gerçi askeri kısımdaki tek kız bendim. Ama aralarına o kadar karışmıştım ki bazen benim kız olduğumu unutup saçma muhabbetlerle yüzümü kızartıyorlardı.

  İşte ben daha asker olmaya karar vermeden çok önce aşık olmuştum Ian'a. Ama o bir kez bile bana o gözle bakmamıştı. Bunu gözlerinde görebiliyordum. Sırf onun için büründüğüm sıfata giydiğim yeşil tuluma baktım. Kaptansanız eğer yeşil tulum giyiyordunuz. Başkanlar mavi, erlerse siyah tulum giyiyordu.

  Ian'ın omzuma bir şaplak geçirmesiyle kendime geldim. Normalde bende ona bir şaplak geçirir, tam burda babamın kapısının önünde kedi köpek gibi kavga etmekten geri kalmazdım. Ama bugün yorgundum. Onun yanaklarını okşayıp öpmek yerine ona vurmak ve hiç bir şey yokmuş gibi eğlenmek için fazla yorgundum. O yüzden sadece dik dik bakmakla yetindim.

  " Gerçekten, Alex. Neyin var?" Diye fısıldayınca daha fazla devam edemedim ve eski halime dönmeye çalıştım.

  " Beni bu kadar önemsediğini bilmiyordum, aşık mı oluyorsun Ian? " diyip yalandan kıkırdadım. Küçük bir kahkaha attıktan sonra cevap verdi. " İşte benim kızım." Bu arada saçlarımı karıştırmayı da umutmamıştı.

  " Kes şunu." Dedım ve saçlarımın arasındaki eline vurdum. Böyle yaparak 6 yaşındaymışım ve kız kardeşiymişim gibi hissettiriyordu. Ve bu hissetmek istediğim son şeydi.

  " İçeri girecek misiniz artık?" Bize bıkkınca bakan Jack'e sevimli olduğumu düşündüğüm bir gülümseme gönderdim. Umarım sevimli olacağım derken tükürmek üzere olan lamalara benzememişimdir.

  Babamın ağır parfümünün koktuğu odaya adım atar atmaz önündeki rahatsız koltukta oturan çocukla göz göze geldim. Bu çocuğu gören Darwin, teorisini gözden geçirmek isteyebilirdi. Hayır yani bu çocuk nasıl maymundan gelmiş olabilir.

  Yine Ian'ın dirseğini boşluğuma geçirmesiyle ona dönüp sert bir bakış attım. Umarım sert olmuştur.

  " Paket mi olsun odan da mı yersin?" Dedi fısıldayarak.

  " Ha?"

  " Çocuğu diyorum. Gözlerinle yedin de." Diye tısladığında gözlerinin öfkeyle parıldadığını gördüm. Gördüm ama inanmak istemedim. O kadar hoşuma gitmişti ki böyle kıskanacaksa şuanda adını bilmediğim yabancıyla kucak dansı bile yapabilirdim.

  " Sana ne ?" Diyip ona baktığımda omuz silkip babama döndü. Babamda küçük bir öksürükle - uyarı öksürüğü olduğuna eminim - bize döndü.

  " Diğer Kaptanları da çağır dememiş miydim Jack?" Babamın sesi bile tüylerimi diken diken ediyordu.

  " Demiştiniz, efendim. Ama C, D, E takımlarının arenası vardı. "

SAVAŞ-MAWhere stories live. Discover now