yirmiüç'

929 144 17
                                    

Aradan iki gün geçmesine rağmen, babamı hala arayamamıştım. Elim gitmiyordu ve bunun bir diğer nedeni de onların da sessiz oluşuydu. Ne gördüklerini veya görmediklerini asla bilmiyordum. Aklımdan çıkmıyordu o an, kendimi kaybetmiş gibiydim adeta. Jungkook yanıma gelecekti birazdan ama ben kafamı toparlayıp da şu ana odaklanamıyordum.

"Hey, selam." Ne zamandır burada oturduğumdan haberim yoktu, Jungkook gelip omzuma dokunana kadar dünyadan kopmuştum. Ona döndüm, yanıma oturdu ve elimi tuttu. Bu yüzden ona da soğuk davranıyordum fakat bilerek yaptığım bir şey değildi asla.

"Nasılsın? Konuşabildin mi babanlarla?"

"Hayır, henüz değil." Oturduğu yerde daha da yaklaştı, diğer elini de elimin üzerine koydu.

"Erteledikçe daha da zorlaşır, bebeğim." Başımı salladım iki yana. Ellerimi çekip kollarımla başımı masaya yatırdım.

"Anlamıyorsun." Jungkook saçlarımı okşadıkça o ana gidiyordum. Yüzümdeki makyaj, üzerimdeki bana, beni bırak cinsiyetime bile ait olmayan giysi, yanımdaki sevgilim... Her şey berbat olmuştu, berbat etmiştim her şeyi.

"Anlamıyorum, evet. Ama tahmin edebiliyorum. Bunu sonraya atmanın ne faydası var?" Kalkıp ona baktım ve sarıldım sıkıca. Anlamıyordu.

Yine de Jungkook haklıydı. Olanları bir an önce halletmem gerekiyordu. Onunla ayrıldıktan sonra eve geldim. Sürekli Kore saatini kontrol ediyor, telefona gidip uzaklaşıyordum. En sonunda yaptım, annemi aradım. Babamı aramaya yüzüm yoktu çünkü. Bekledim, sonunda açıldığı an yediğim parmaklarımı uzaklaştırdım ağzımdan.

"Alo?"

"Alo? Taehyung-ah, nasılsın? Meşgul müsün?" Tuttuğum nefesi geri verdim. Annem böyle konuştuğuna göre belki de, dedim içimden, belki de hiçbir şey görmediler.

"İyiyim, çok iyiyim. Şu günlerde biraz meşgulüm sadece. Siz nasılsınız? Babam nerede?"

"Baban televizyona takıldı kaldı, bekle de çağırayım. Kim Minjin! Oğlun arıyor, şu beyzbolu bırak da buraya bak! Alo? Heh, geldi işte." Yutkundum. Onlar aramayı hoparlöre almakla alakalı konuşurken sesimi çıkarmadım.

"Alo! Taehyung-ah? İyi bir evlat değil misin yoksa, arayacağını söyleyip şimdi mi arıyorsun?" Babamın sesi de neşeliydi. Tanrım, yoksa günlerdir boşuna mı yemiştim kendimi?

"Öyle değil, bana. Şimdi fırsatım oldu. Nasılsın?"

"Ah! İyiyim, iyiyim. Geçen gün seni görüntülü arayalım dedik ama bir şeyler ters gitti. Birden ekran parladı ve kapandı. Sen meşgulüm deyince de geri aramadık. Neyse ki iyi bir evlat yetiştirdim, ailesini unutmuyor." Tanrım, cidden bu olanlara inanamıyorum. Hiçbir şey görmemişler. Ben o kadar dert edinirken onların hiçbir şeyden haberi yokmuş meğer.

"Ah, evet... Geçenki arama, şey, bazen öyle oluyor." Babam bir şey diyecekken annem araya girdi.

"Taehyung-ah! Karşıdaki Choilerin oğlunu hatırladın mı? Geçen hafta onun düğününe gittik. Gelini çok güzel bir kızdı doğrusu, kıskandım." O kadar rahatlamıştım ki annem istediği her şeyden bahsedebilirdi bana, gıkım çıkmazdı. Orada biraz daha konuştuk, bana bir şeyler daha anlattılar ve telefonu kapattım. 

Ertesi sabah, Jungkook'a enfes bir kahvaltı hazırladım. Keyfim inanılmaz yerindeydi. Bir müzik açtım, yumurtaları tavadan aldım ve tam o an kapı çaldı. Kapıyı açar açmaz sıkıca sarıldım Jungkook'a ve onu içeri çekip öptüm bir güzel.

"Hey, hey... Imm, Taehyung dur." Gülümsemesi ve benim öpüşlerim arasından bir şeyler söylüyordu fakat onu biraz daha öptüm. En sonunda geri çekildiğimde geçip masaya oturduk.

"Ne o? Pek neşelisin bakıyorum da?" Sandalyemi ona daha çok yaklaştırdım, yumurtasından bir çatal alıp onu güzelce besledim.

"Bizimkiler hiçbir şey görmemiş, bebeğim." 

"Nö?" Ağzındakini yutmadığı için söylediği çok komik çıkmıştı, uzanıp yine küçücük öptüm onu. 

"O gün, hiçbir şey görmemişler. Boşuna bu kadar endişelenmişiz." Jungkook, koca gözleri ile bana bakmaya devam ederken ben de bir lokma attım ağzıma. 

"Bebeğim, sorun yok yani. Her şey eskisi gibi." Jungkook başını salladı hafifçe ve kahvesinden bir yudum aldı. 

"Evet, her şey eskisi gibi." Sevinmemişti. Ben inanılmaz rahatlamıştım fakat Jungkook bu durumu benim kadar önemsememişti. Geriye yaslanıp ona baktım. 

"Jungkook, bebeğim." Tekrar kahvesinden içip bana baktı.

"Taehyung, özür dilerim. Nedense bu durum hep böyle kalacakmış gibi hissediyorum." Bugün, uzun zamandır Korece çalışmadığımız için ona birkaç metin ayarlamıştım. İngilizce bir öykü yazmıştım, ona okutmak istiyordum. Nathan bana akşama Carol'a sürpriz evlenme teklifi edeceğini söylemişti, Jungkook'a bunu söyleyecektim. Ama hiçbir şey sandığım gibi olmuyordu. Ben ailemle olan çıkmazı hallettiğim için rahatlamıştım ama onun takıldığı şeyler çok başkaydı.

"Tüm bunları birden anlatamam, Jungkook."

"Biliyorum ama anlatmak için uğraşmıyorsun bile. Bu, hep böyle mi olacak sahiden?" Kalkıp bir sigara yaktım. Bu konu inanılmaz geriyordu beni. Biraz sonra, o da yanıma gelip pencereye yaslandı.

"Biz, gizemli iki aşık olarak mı kalacağız?"

"Bilmiyorum." Başını salladı, bir şey demedi. Sigaram bitene dek, öylece sessizce durduk. Kahvaltı masada kalmıştı, Jungkook tişörtü ile oynuyordu. Berbat bir andı doğrusu.

"Jungkook, ne yapmamı istiyorsun? Ne yaparsam mutlu olursun?" Yüzüme bakmadan omuzlarını silkti. Bir sigara daha içmek istiyordum ama yapmadım. 

"Israr ediyorsun?"

"Israr mı ediyorum? Gerçekten mi?" Derin bir nefes alıp saçlarımı arkaya taradım.

"Israr ediyorsun, Jungkook. Bu zamana kadar senden hiçbir şey istemedim ben. Neden bu bu kadar gerekli ki?" Dudağını dişliyordu, sinirlenip koltuklara doğru ilerledi.

"Çünkü bu ilişkiyi bir sınır içinde yaşamak istemiyorum!"

"Yaşamıyorsun zaten! İstediğimizi yapmıyor muyuz? Seninle yatıp kalkıyorum, her şeyim sensin benim. Burada, özgürüz. Boş ver ailemi, onlar uzakta nasıl olsa. Ne gerek var buna?" Çantasını almaya gitti. Böyle gitmesini istemiyordum hiç.

"Bana anlamıyorsun demiştin, Taehyung. Üzgünüm ama sen de beni anlamıyorsun. Ben kendime de sana da böyle bir hayatı layık görmüyorum. Olmadığım biri gibi davranamam." Tam kapıya yürüyordu ki koşup arkasından sarıldım sıkıca. Ne olursa olsun, onunla aramız bozuk olamazdı. Üstelik dolaylı yoldan buna ben sebep olmuş olacaktım. Gitmesini hiç istemiyordum, daha da sıkı sardım onu kendime.

"Özür dilerim, lütfen bana zaman ver." Olduğu yerde dönüp ellerini göğsüme çıkardı ve gözlerime baktı. Saçlarını okşadım, yanaklarından öpüp tekrar sarıldım.

"Lütfen, lütfen Jungkook." 

"Gitsem daha iyi olacak, sen kahvaltını et." O böyle deyince, boynuna daha çok sokuldum.

"Gitme."

"Gitmeliyim. İkimiz de yalnız başımıza düşünmeliyiz." Israr etsem de kalmazdı, biliyordum. O da benim gibi saçlarımı okşadı, yanağımdan öptü ve çıktı. 



güneşin yüreğiWhere stories live. Discover now