-12

998 103 48
                                    

iyi okumalar <3

jeongguk'un attığı hikayeyi görmemin üzerinden bir hafta geçmişti. o gece yatakta ne kadar dönsem de düzgünce uyuyamamış, sabahında olan programımıza deli gibi yorgun bir şekilde gitmek zorunda kalmıştım. uykusuz görüntümü yüzüme sürdükleri en pahalı kapatıcılarla ancak yok edebilmişlerdi ve menajerimizden neden iyi uyumamız gerektiğiyle ilgili bir ton azar yemiştim. yine de pek kulak astığım söylenemezdi. o fotoğraf aklımdan bir türlü çıkmıyordu. öyle ki ekran görüntüsü almış, hatta birkaç kez açıp bakmış olmama rağmen fazla ütopik bir durum gibi geldiğinden jeongguk'un böyle bir şey yaptığına inanmamaya devam ediyordum.

bugün yine yoğun bir programımız vardı. yeni bir albüm üzerinde çalışıyorduk ve stüdyoda yatıp kalktığımı söylesem yalan olmazdı. tüm günümüz şarkılar üzerinde çalışmakla geçiyordu. bu sayede biraz olsun oyalandığımı hissediyordum ve jeongguk'un hikayesini düşünmek zorunda kalmıyordum. bu konuda aklıma takılan çok şey vardı. örneğin beni mi özlediğini yoksa kookoo'yu mu özlediğini ayırt edemiyordum. bu da kafamın karışmasına sebep oluyordu. beni özleseydi iyi davranabilirdi ya da zamanında kalbimi çok fazla kırmazdı... çocuktuk o zamanlar. belki de pişmandı şimdi ancak unutamıyordum bir türlü. kalbimi kırışı, bana olan tavırlarının değişimi öyle kolayca unutulacak cinsten değildi. jeongguk'un da bunu bildiğini düşünmek istiyordum.

"taehyung, senin sıran." adımın söylenmesiyle gözlerimi bomboş baktığım yerden ayırmış, başımı anladığımı belirterek sallarken ayaklanmıştım. bir süredir oturduğumdan uyuşan bacaklarım bir an beni taşıyamamış, hafifçe tökezlememe sebep olmuştu. yine de anında toparlamayı başarmıştım. yüzüm bu durum sebebiyle ekşirken bunu diğerlerine göstermemek adına hızlıca normal bir ifadeye bürünmüş, bana açılan kapıdan içeri girmiştim. jimin omzumu patpatlayıp kapıyı ardından kapatırken ben de tek başına duran tabureye yerleşmiş, kulaklıkları kulağıma takarak büyük camın ardındaki görevliye hazır olduğumu işaret etmiştim.

bir buçuk saattir bu içeriye ses almayan odadaydım. hep beraber beğenmediğimiz yerleri tekrar kaydetme kararı almıştık. her zaman olduğu gibi mükemmelin peşindeydik ve doğrusu bizi iyi yapanın da bu olduğunu düşünüyordum. sözlerimizi biz yazardık. özellikle hobi hyung bu konuda mükemmeldi. kimsenin onu geçebileceğini düşünmüyordum. yeni albümümüzün söz yazarlığında da oldukça aktif olduğunu söyleyebilirdim. bazen ona özeniyordum. elbette ben de şarkı yazabiliyordum ancak onun kadar zekice sözler yazarak, dili iyi kullanamıyordum. bunu bir keresinde dile getirdiğimde kafama vurduğunu hatırlıyordum. utandığı için bunu yaptığını sanmıştım ancak o tam düşündüklerimin aksine kendimi ondan daha aşağı görmeme kızıyordu.

kendimi sevmeyi zamanla öğrenmiştim. bu birçok kişi için zor bir durumdu belki de ve benim gördüğüm bunca sevgiye rağmen zaman zaman kendimi sevmeyişimin şımarıklık gibi göründüğünü düşünürdüm. bu yüzden asla ses çıkarmaz, bu durumu da mümkün olduğunca saklardım ancak öz güvensiz olduğumu bir noktada kabullenmiştim. sahne için yaratılan taehyung bir kuklaydı. ben, yani asıl kim taehyung ise içten içe büyük kaygı duyan ve her daim kendini diğerlerinden daha aşağı gören biriydim. en başta hayallerimin grubuna girememiş olmak beni üzmüştü. rap yapabileceğimi sanıyordum fakat elenmiş olmamla aslında bu konuda iyi olmadığımı net şekilde görmüştüm. zamanla ise bunun bana yeni kapılar açtığını fark etmiştim. eğer yalnızca rap odaklı kalsaydım bu kadar başarılı bir grubun parçası olamayacaktım. her şeyden önce ise ailem olmuş bu insanlarla hayatımı paylaşamıyor olacaktım.

hayatta gerçekleşen her şeyin bir sebebi vardı.

sonunda oturduğum tabureden kalktığımda kulaklığı henüz çıkardığımdan dağılmış olan saçlarımı düzeltmiştim. burada dahi bizi çeken birkaç kişi oluyordu. görüntüme ne olursa olsun dikkat etmek işimin en büyük parçasıydı. bu sektörde kötü görünmeye izniniz yoktu. bu zamana dek hayranlarımıza karşı dürüst olmaya dikkat etmiştim. duygularımı normalde de kolay saklayabilen biri değildim, özellikle de ortada hoşnut olmadığım bir durum varsa. ancak güzel rol yapardım. bazen kimsenin gerçek beni tanıyamadığını düşünürdüm. kendimi tam anlamıyla açtığım tek kişi vardı. en büyük sırrıma ortak olmuş o çocuk aynı zamanda bana en çok sırtını çeviren kişiydi.

buradaki işimiz artık bittiğinde açlıktan midemin sırtıma yapıştığını düşünmeye başlamıştım. bunu bizimkilerle sızlanarak paylaştığımda, hoseok hyung böyle söylememe gülerken jimin ise aynı durumda olduğunu söyleyerek başını seokjin hyung'un omzuna bırakmıştı. hepimiz arabaydık ve yurda dönüyorduk. bugün fena yorulmuştuk. sabah dans provalarımız vardı. akşama ise stüdyoya geçerek eksiklerimizi tamamlamıştık. uzun zamandır albüm hazırlığı içersine girmediğimizden bu yoğun tempoyu unutmuş gibiydik. bize en iyi gelecek şey iyi bir yemekten sonra çekeceğimiz uykuydu.

neyse ki menajerimiz sejin hyung bizim ne kadar yorgun olacağımızı biliyordu. o her zaman böyle olmuştu. bize karşı oldukça ilgiliydi. sektördeki diğer arkadaşlarımdan menajerleri hakkında kötü duyumlar alıyordum. öyle zamanlarda bu şirkette olmanın benim için büyük bir şans olduğunu hatırlıyordum... şimdi de bizim için çoktan hazırlanmış masanın etrafına kurulmuştuk. sejin hyung sevdiğimiz yemekleri salondaki sehpaya çoktan yerleştirmişti. hepimiz yorgunca koltuklara geçtiğimizde birkaç saniye kendime dinlenmek adına zaman vermiştim. yalnızca birkaç saniye diyordum çünkü bu dinlenmeyi uzun tutarsam olduğum yerde uyuyacağıma adım kadar emindim. önce karnımı doyurmam gerekiyordu.

zorlukla doğrulduğumda seokjin hyung'un televizyonu açtığını görmüştüm. kimsenin gerçekten bir şey izleyeceği yoktu. hyung'un da ortam fazla sessiz olduğundan, bunu bozmak adına televizyonu açtığını biliyordum. yemeklerden yemeye başladığımda aklımda tonlarca şey dolanıyordu. iyice pişmiş et parçasını ağzıma atarken ise birazdan aklımdaki tüm düşüncelerin yalnızca bir tanesiyle değişeceğinden habersizdim. ağzımın tek tarafında biriken lokmamı çiğnerken içeceğimi dudaklarıma götürmüş, büyük bir yudum almıştım ki tanıdık yüzler ekrandaki magazin haberinde yerini almıştı. cypher tüm ihtişamıyla kameraya bir poz vermiş gibi görünüyordu. basit bir etkinliğe katılmışlardı ancak çoktan benim ilgimi çeken bir şey vardı. elbette bu görüntüye anlam verememiştim. tanrı aşkına bu büyük bir kamera şakası falan mıydı? neler olduğunu anlayamıyordum.

"sonunda bir emo gibi giyinmekten vazgeçmişler."

jimin dalga geçerek konuştuğunda hobi hyung ve jin hyung'un ona hak verdiğini duymuştum. ben ise hiçbir şey yapamıyordum. çubuklarım elimin arasında öylece kalmıştı. yalnızca kaşlarım çatılmış, ekrana bakmaya devam ediyordum. fotoğraflardan sonra ise yaptıkları röportaj ekrana yansıtılmıştı. yalnızca birkaç kesit veriyorlardı fakat benim çoktan göğsüm daralmıştı. bizimkiler beni fark etmemiş gibiydi ve buna şükrediyordum. fark etmiş olsalardı nasıl açıklama yapacağımı bilemiyordum.

çünkü jeon jeongguk'un yıllar önce gözlerim önünde çöpe attığı tişörtü şimdi bir röportajında giydiğini onlara açıklamam mümkün değildi. sebebini kesinlikle bilmiyordum. onu anlayamıyordum. jeongguk beni büyük bir bilinmezliğe sürüklüyordu.

love is a losing game;; taekookWhere stories live. Discover now