one: snowy night, soul in love

40 6 0
                                    

Montundan içeri giren kar taneleri, genç adamın irkilmesine ve adımlarını hızlandırmasına sebep oldu. Henüz birkaç saat öncesine kadar hiçbir şey yoktu ama bir anda kar yağmaya başlamış, şiddetlenmiş ve bütün şehir beyazla kaplanmıştı. "Evden çıkarken botlarımı giydiğim için şanslıyım." diye düşündü.

Adımlarını atmaya devam ederken kar daha da şiddetlendi. Moz, içini çekti. Evine daha erken varmayı planlıyordu fakat karnı onu uyutmayacak kadar acıkmıştı ve evinde hiçbir şey olmadığından markete uğraması gerekmişti. Yolunu uzatmış, markete girmiş ve cips, birkaç kutu bira, hazır erişte ve yarın hasta olacağını bildiğinden bir paket ekstra peçete almıştı.

Marketten çıktığında, kendi kendine "Sonunda." dedi. Şimdi evine gidebilir, rahatça yemeğini yiyebilir ve kendine biraz vakit ayırdıktan sonra sıcak bir duşun ardından yatağına girebilirdi.

Botları kara battığı için yürümekte zorlanıyor, her adımını öncekine kıyasla daha ağır atıyor ve bütün gün çalışmanın da etkisiyle yorulduğunu hissediyordu. Moz, hiçbir zaman hareketsiz yaşantıya alışamamıştı ve sürekli aktif olmayı da seviyordu ama böyle durumlar onu çileden çıkarıyor ve bazen de bütün gününü kolayca mahvediyordu.

Birkaç dakika sonra sonunda eve vardığını fark etmiş ve sevinmişti, ta ki onu görene kadar.

Yoluna devam etmeye çalıştı, oturduğu apartman hemen köşedeydi ama çöp bidonlarının arasında onu fark edince adımlarını durdurdu; beyaz saçlı, mavi gözlü, kıyafetlerindeki yırtıklardan dolayı vücudunun tümünü kaplayan yaraları açıkta olan ve klasik, siyah bir yüz maskesi takan bir adam. Moz, onu görmezden gelmek ve bir an önce evine varmak istiyordu ama her kar tanesi bir öncekinden daha şiddetli düşüyordu; bu adam tamamen sırılsıklam olmuştu ve biraz da baygın gözüküyordu.

Kısa bir tereddütün ardından Moz, kendisiyle hemen hemen yaşıt olduğunu düşündüğü bu yabancıya yaklaştı ve sorarcasına "Selam?" dedi. Umursanmamış, herhangi bir tepki almamıştı. Beyaz saçlı olan, başını kaldırma ve kendisine bakma zahmetinde bile bulunmamıştı. Moz, bu durumdan pek hoşnut olmasa da karşısındaki gencin yaralı olduğu için böyle davranmış olabileceğini düşünerek tepki vermemiş, yavaşça beyaz saçlıya yaklaşmış ve biraz da eğilerek elini ona uzatmıştı.

Eli neredeyse yüzüne ulaştığında, karşısındaki hâlâ onu durdurmak adına hiçbir şey yapmamıştı. Moz, bunun bir fırsat olabileceğini düşündü ve kendisiyle konuşması için çocuğun çenesini baş parmağı ve işaret parmağı arasına aldı, yüzünü kendisine çevirdi ve tekrardan konuşmaya başlamadan önce yavaşça öksürüp boğazını temizledi.

"Bunu sormanın biraz tuhaf olduğunu biliyorum ama gelmek ister misin? Pek iyi gözükmüyorsun, istersen bir şeyler ye. Bir süre yanımda kalabilirsin, dinlendikten sonra gidersin. Evim buraya yakın." Bunları söylerken sesini elinden geldiğince alçak tutmuş, beyaz saçlıyı ürkütmemek için en kibar hâlini takınmıştı.

Moz, akşam yemeğinde yalnız olmaktan nefret ederdi. Zamanla bu sorununu çözmüş olsa da hâlâ tüm yemek boyunca, gecenin sonuna kadar tek olma fikri onu tatmin etmiyordu ve yaptığı şey karşısındaki gence de yardım edecekti.

Ayrıca, bu biraz anormal gelebilirdi ama Moz, beyaz saçlının hikayesini merak ediyordu, bu hâle nasıl gelmiş olabileceğiyle ilgili net bir teorisi yoktu. İlgi çekici gözüküyordu. Fazlasıyla çekik gözlere sahipti ve bu durum karanlıkla birleştiğinde göz renginin gözükmesini engelliyordu. Altındaki siyah ve yırtık jean, her ne yaşandıysa bu sırada berbat bir hâle gelmiş ve çocuğun sağ bacağının neredeyse tamamının açılmasına sebep olmuştu. Dizindeki kurumuş kan lekeleri net şekilde gözüküyordu. Siyah tişörtü tamamen ıslanmış, çekiştirilmekten olsa gerek sünmüş ve beyaz saçlı için oldukça rahatsız edici bir hâle gelmişti. Boynu ve omuzları neredeyse kapanmıyor, bu da üşümesine sebep oluyordu.

Beyaz saçlı olan, karşısındaki yabancıdan daha iyi bir seçeneğinin olmadığını bilerek ayağa kalktı, kar yüzünden ıslanan ve ıslaklık yüzünden üstüne yapışan tişörtünü eliyle çekiştirerek düzeltmeye çalıştı ve boş sokakta bile zar zor duyulacak bir tonla "Teşekkürler." dedi.

Moz, eridiğini hissediyordu. Onu ilk kez görmesinin üstünden birkaç dakika bile geçmemiş olsa da bu yabancıya olan ilgisini bir türlü içinde tutamıyordu. Dışarıdan bakıldığında oldukça sıradan ve "tatlı" gözüken bu kişiye kimlerin bu derece zarar verdiğini merak ediyordu. Ayrıca, saçları doğal mı yoksa boya mı bunu da hâlâ çözememişti ve bunu da öğrenmek istiyordu.

"İstersen bana tutunabilirsin." dedi ve bir kolunu ayakta durmakta zorlanan yabancının beline sardı. Ayağa kalktığı andan itibaren onu izliyordu ve bacaklarının titrediğini, ayakta durmaktan rahatsız olduğunu görmemek için kör olmak lazımdı.

Aklına gelenlerin de etkisiyle "Bekle," dedi sesi hâlâ oldukça kısık çıkan beyaz saçlı, "aslında, bu fikirden pek hoşlanacağını sanmıyorum."

Cümlesi biter bitmez belindeki kolu güçsüzce itmeye çalışmış, bu basit etkileşim bile yorulmasına sebep olmuştu. "Bu kez harbiden fena pataklamışlar." diye düşündü.

"Sorun değil."

"Ha?" bu cevap, hâlâ ayakta durmakta zorlanan gencin şaşırmasına ve duraksamasına sebep olmuştu. Hangi aptal gecenin bir yarısı sokakta bulduğu ve tanımadığı birisini evine alırdı ki? İsmini bile sormamıştı.

"Soru sormayacak mısın?"

Moz, "Önemli değil." anlamında kafasını salladı ve belinden destek verdiği genci evine doğru yönlendirdi. "Anlatmak istemiyorsan seni zorlayamam. Bir şeyler ye, biraz dinlen. Dizindeki yarayı kapattıktan ve sabah olduktan sonra gidersin."

İspanyolca, İngilizce ve Türkçe şekilde birden fazla kez baktım ama uygulamada bu shiple ilgili hiçbir şey yoktu. Herhangi birisinin okuyacağını sanmıyorum çünkü benim dışımda seven sayısı iki elin parmaklarını geçmez ama yine de ikisi hakkında yazmaya devam edeceğim. Okuyan varsa teşekkürler<3

masuku, hyomoz | BLWhere stories live. Discover now