10

1.3K 93 50
                                    

"Şimdi sen, benim sevgilim olmayı kabul ettin mi?" Jungkook elli bin defadır sorduğu soruyu usanmadan bir kere daha sorduğunda sabırla kafamı salladım onaylayıcı biçimde. 

"Yani biz şimdi sevgiliyiz?"

"Jungkook! Evet dedim ya! Elli kez söyletecek misin?" Sıkıca tuttuğu ellerimi bırakarak beni belimden kavradı ve havaya kaldırdı. Etrafında dönmeye başladığında ufak çığlığımla omuzuna vurdum.

Doğru mu yapmıştım bilmiyordum ama ilk defa kalbimin sesini dinlemem gerektiğini hissetmiştim.

Beni indirdiğinde gözlerine kavuşan bakışlarım o parıldayan harelerine ulaşabilmişti. Gözlerinin içi öyle bir bakıyordu ki tarif edilemez şekilde huzurlu hissettiriyordu.

Elimi tutarak az ötedeki iki sandalyeye yönlendirdi. İkimizde yan yana birbirine dönük sandalyelere oturduğumuzda ellerini heyecandan ne yapacağını bilemeyecek bir vaziyette dizlerine koydu.

"Şimdi ben sevgilim hakkında her şeyi öğreneceğim. Hadi, anlat bana." Gülerek arkama yaslandım ve kafamı yıldızlı gökyüzüne çevirdim.

"Hmm.. Park Chaeyoung. Basit ve sıradan olmasına rağmen çoğu insan onu çözemediğini söyler. Duygu değişimleri çok hızlıdır; iyimser de değildir, kötümser de. Avustralya'da anne, baba ve abladan oluşan ailesinden koparak Kore'ye gelmiş ve hayallerinin seçmesine katılmıştır. Bu kadar mı, başka var mı?"

Jungkook, anlattıklarımı büyük bir ilgiyle dinlerken gözlerini bir an bile benden ayırmamıştı. "Avusturalya'dan mı geliyorsun?" dedi şaşkın bir sesle. "İngilizce bir adın da olmalı, yanılıyor muyum?"

"Evet, var." dedim tek ayağımı kalçamın altına sıkıştırıp ona dönerken. "Roseanne." Dudakları başta hafifçe aralandı, ardından ise güzel bir tebessümün yeşerdiği yuva oldu.

"O zaman ben sana.." Elini çenesine koyarak bakışlarını yere sabitledi. "Rosie diyeceğim?" 

Kaşlarım çatılırken, "Rosie mi?" dedim. "O da nereden çıktı?" 

"İkimizin arasında özel bir hitap bulunsun istedim. İsminin kısaltılışı gibi düşün, tatlı da duruyor." Gülerek onu onayladım. Ses tonu tıpkı bayramda eline şeker tutuşturulmuş bir çocuk gibi çıkıyordu.

"Ben sana ne diyeceğim o zaman?"

"O da senin görevin. Ne demek istiyorsan onu söyle." Omuz silkerek arkasına yaslandığında özel bir şey bulmayı kafamın kenarına not ettim. O bana değer vererek bunu yapıyorsa benim yapmamam gibi bir durum olamazdı.

"Pekala, şimdi sen anlat."

"Ben mi?" dedi derin bir bakışla arkasına yaslanırken. "Ben.. Beni biliyorsun. Jungkook'um. Sadece Jungkook. En azından senin yanında böyle. Duygularımı şarkılara dökmeyi severim ve ben senin için birçok şarkı yazacağım. Ailemle görüşüyorum, Kore'deler. Bu kadar."

"Kısa ve öz oldu cidden." dedim elimi kafama dirseğimi de sandalyenin kenarına yaslarken. "Beni ilk kez, pratik odasında gördüğünde ne düşünmüştün peki?" Merak edebileceğim en doğal şeydi bu. Sanırım?

"Aslında seni ilk kez orada görmedim." Yüz ifadem değişmiş olacak ki dilini ısırdı ve birkaç saniye düşündü. "İlk seçmelere geldiğinde görmüştüm ve o zamandan beri içimdeki hoşlantı büyüyerek aşka dönüştü." Tek nefeste kurduğu cümlenin ardından kızaran yüzünü çevirdi hızla. Bende yarım metre açılan ağzıma sahip çıkmaya çalıştım.

3 yıl ediyordu?!

"Jungkook." dedim kuruyan boğazım sebebiyle sertçe yutkunurken. "3 yıl?" Parmaklarımla göstererek gözünün önüne getirdim. "3 yıl hiç mi konuşmaya yeltenmedin benimle?"

Dudaklarını büzerek yanaklarını şişirdi. Tatlı görünüyordu ve konudan sapmama neden oluyordu. "Ya kabul etmeyeceğini biliyordum, konuşmak istemeyecektin. Sonra o gün prova odasında tesadüfen karşılaşınca.."

"Salak." dedim gülmeme engel olamadan. "Sen nasıl salak bir aşıksın böyle." Yanaklarından tutup çekiştirerek sevmeme karşın itirazcı mırıltılar döktü dudaklarından.

"Salak değilim ben," Sonunda elimden kurtulabildiğinde yanaklarını ovaladı. "Aşığım sadece sana. Çok."

"Ne kadar?"

"Dünyalara sığdıramayacağım kadar."

Dünyalara sığdıramayacağın kadar aşıktın bana, sevgilim.

Şimdi neredesin?

goneWhere stories live. Discover now