XV • HİÇBİR ŞEY

733 57 74
                                    

The Piano Guys - Perfect

Onat'a ulaşmak için soğuk çarşafı yokladığımda ulaştığım tek şey yokluğuydu. Ona değebilmek amacıyla gözlerim kapalı bir şekilde yatağın ucuna kadar yuvarlandım. Yoktu. Gözlerimi aralayıp yastığına uzandım ve bıraktığı kokuya onu hayal ederek sıkıca sarıldım.

Bugüne kadar belki de onlarca erkekle uyumuştum ama hiçbiri Onat'la geçirdiğim geceye benzemezdi. Onunla uyumak çok sevdiğim birini misafir etmek gibiydi. Bir arada olmanın heyecanıyla onu iyi ağırlayabilme gayretinin getirdiği endişe iç içe geçmişti. Huzur ve huzursuzluk kol kola girip kalbimin üzerinde tepinmişti. Uyuduğum zamanlarda fazlasıyla rahat olsam da sık sık uyanmış, göğsünde yatıyor oluşuma her seferinde hayret etmiştim. Nabzım hep çok yüksekti. O ise tüm bunlardan habersiz deliksiz bir uyku çekmişti.

Saatin kaç olduğunu merak ederek gözlerim yarı kapalı bir şekilde komodinin üzerindeki telefonuma uzandığımda parmaklarım bir kâğıt parçasına değdi. Doğrularak kâğıdı elime aldım. Biçimsiz gibi görünmesine rağmen güzel görünen bir el yazısıyla şöyle yazıyordu:

"Bırak şimdi yanaklarımı, dudaklarımı

Gücün yeterse yüreğimden öp beni."

Sözleri okuyunca teklemeye başlayan kalbim uykumu da açtı. Bana hiç temas etmeden hiç kimsenin dokunmadığı yerlerime nasıl sarılabiliyordu?

Aşina olduğum cümleleri hızlıca internette aratınca Küçük İskender'e ait olduğunu hatırladım ve ne yazacağımı bilemeyerek ama onunla konuşma isteğiyle mesaj kutusunu açtım. Parmaklarım hareketsizdi. Ne diyecektim ki? "Öperim" mi? "Gücüm yeter" mi? Belki de bir anlam yüklemeden karalamıştı bu satırları. Hem ben böyle bir şeye gerçekten hazır mıydım ki?

Yazacak bir şey bulamadan anahtar sesi duyuldu ve dış kapı gıcırdayarak açıldı. Hızla ayağa kalkarak aynadaki aksime kısa bir bakış attım ve parmaklarımı saçlarıma geçirerek dağınık ve hafifçe kabarmış saç tellerime çeki düzen vermeye çalıştım. Koridora çıktığımda gelmesini umduğum kişi yoktu karşımda. Kerem mahcup bir ifadeyle kapının önünde dikiliyordu. Bavulunu içeri alıp almamak konusunda kararsız bir şekilde başını öne eğdi.

"Gittiğini gördüm... Yoksa gelmezdim. Yani gelirdim de... Neyse..." Boğazını temizledi ve elindeki anahtarı uzattı. "Bunu vermeye geldim. Kusura bakma. Bu sondu."

"İçeri girsene," dediğimde bunu duymayı bekliyormuş gibi sürgülü bavulunu ve gazete yapraklarına sarılı tabloyu içeri çekti ve kapıyı kapattı. "Gidiyor musun?" dedim. "Hemen mi?"

Salonda yanıma otururken hafifçe başını salladı. "Bir dakika daha kalacak sabrım kalmadı artık burada. Ev bulana kadar bir arkadaşın yanında kalacağım. Sonra..." Sustu.

"Nereye taşınacaksın?"

"Bilmem," dedi hüzünle. "Uzağa gitmem herhalde."

Gitme.

Ortamdaki havayı değiştirmek için neşeyle şakıdım. "Vay be! Sonunda hayallerine bir adım daha yaklaştın."

"Sorma," dedi alaycı bir tavırla. "Nasıl mutluyum anlatamam." Yüzünde mimik oynamamıştı.

"Sen iyi bir..." Duraksadım. Arkadaştın. Hayır. "Sen iyi birisin," diye tekrarladım. "Sağ ol ya," dedi gözlerini devirerek. "Küfür etsen bu kadar ağrıma gitmezdi."

"Kerem..." Bıkkın bir nefes verdim. "Şansını zorlama istersen. Olanlardan sonra bir de teşekkür mü edeyim sana? Madalya falan da ister misin?" Başını ellerinin arasına aldı. "Nasıl her şey bir anda tepetaklak oldu, hâlâ anlayamıyorum. Niye geldi bunlar başımıza? Nasıl bu kadar büyük bir hata yapabildim? Sana nasıl zarar verebildim?"

Bir İhtimalWhere stories live. Discover now