Bölüm 12 | Tek Başına

7.3K 452 35
                                    

Selaam canlar ve cananlar, nasılsınız?

Ben çok hastayım🤒

Bu bölümü panoda 'hafta bitmeden bir bölüm daha atacağım' dediğim için zar zor yazdım ama tam bir eziyetti diyebilirim. Yazarken beynim benimle olmadığı için bölümü nasıl yazdım, ne yazdım, iyi mi, kötü mü bilmiyorum ama hiç atmamaktan iyidir diyerekten saldım gitti. Yeni bölümü yazmaya iyileştikten sonra başlayacağım ve gelmesi uzun sürebilir, bunun için şimdiden üzgünüm🥺

Keyifli okumalar....

.......................

Kahvaltıdan sonra Yusuf ve Caner işe, Emir ders çalışacağını söyleyip odasına, Dilay ise arkadaşları ile buluşmaya gitmişti. Babam işe gitmeyeceğimi öğrenince hastane işini erkene çekmişti. Dilan hanım Rüzgar'ın hastaneye gelmesini istemediği için eve bakıcısını çağırmıştı. Ege ise işsiz olduğunu söyleyip bizimle gelmek istemişti. Şimdi ise babam, Dilan hanım, Ege ve ben babamın arabasına oturmuş hastaneye gidiyorduk.

Yusuf abimle kahvaltıdan sonra konuşup pastayı vermek istemiştim ama kahvaltıda gelen telefonla apar topar evden ayrıldığı için akşama ertelemek zorunda kalmıştım. Gerçi iyi de olmuştu, sabah sabah kahvaltının hemen ardından kim pasta yemek isterdi ki?

Araba hastanenin önünde durduğunda tıpkı filmlerde olduğu gibi hemen bir görevli yanımıza gelip babamın uzattığı anahtarı aldı ve arbaya binip uzaklaştı. Egenin arkamdan hafifçe istmesiyle giden arabanın arkasından bakmayı bıraktım ve hastaneye girdim. Etrafa bakınca buranın Serdarın bana saldırdığı gün getirdikleri hastane olduğunu gördüm. Aklıma Serdarın gelmesiyle bir an içim ürperse de artık onun yüzünü görmeyecek olmak beni rahatlattı.

Biz içeri girer girmez az ileride bulunun resepsiyonun arkasında oturan kız ayağa kalktı. Ellerini önünde birleştirerek saygıyla "Hoşgeldiniz efendim." dedi.

Demek zengin olmak böyle bir şeydi. Bundan bir kaç ay önce kendi kıyafetlerimle, tek başıma bu kapıdan girseydim, eminim ki yüzüme bile bakmazlardı.

Babam ve Dilan hanım önden biz de arkasından asansörlerin olduğu yöne doğru ilerledik. Yedinci katta asansörden indik ve hastane koridorunda Dr. Kerem Çağrı yazan bir kapının önünde durana kadar yürüdük. Babam kapıyı çaldı ve açmak için içeriden izin bekledi.
Kendi hastanesi ve kardeşinin odası olmasına rağmen kapıyı çalacak kadar saygılı ve kibar bir adamdı ve bu ona bir kez daha hayran kalmamı sağladı.

Omzuma çarpan omuzla yan tarafıma baktım ve çatık kaşlarıyla bana bakan Ege'yi gördüm. "Hey, yanında dünyalar yakışıklısı abin dururken, bu yaşlı herife böyle hayran hayran bakamazsın."

Duyulmaması için kısık sesle konuşsa da, babamdan gelen cevapla pek de başarılı olmadığını anladı.

"O övündüğün yakışıklılığını yaşlı dediğin babandan aldığını hatırla istersen Egeciğim. Yoksa ben seve seve hatırlatırım canım oğlum. Ayrıca benim kızım babasından başka hiçbir erkeğe hayranlıkla bakmaz." diyerek bana bakıp göz kırptı ve yüzündeki kendiniden emin gülümsemeyle Dilan hanımın ardından odaya girdi.

Şu an bu adamın üzerine atlayıp yanaklarını eskitene kadar öpmek istemem normal miydi?

Babamların arkasından biz de odaya girince zaten ayakta duran Kerem amca yanıma gelip yanaklarımı öptü. "Hoşgeldin güzelim, kusura bakma son görüşmemizden sonra işler bayağı yoğundu, gelemedim tekrar yanına. Nasılsın, alışabildin mi yeni hayatına?" Yanaklarımı ölmesiyle ben kızarırken Ege 'bir bitmediniz' diye homurdanarak yanımızdan ayrıldı. Kendini memnuniyetsiz bir ifadeyle Dilan hanımın yanındaki sandalyeye atarken dik dik bize bakmayı ihmal etmiyordu.

"Hoşbuldum amca, estağfurullah ne kusuru. Ben iyiyim ve Çağlar ailesi sayesinde yeni hayatıma alışmak hiç zor olmuyor." diyerek gülümsedim ve kaşlarımla Ege'yi işaret ettim. O da bu dediğime gülüp eliyle oturmam için işaret verdi.

Bundan sonrası ise çok hızlı bir şekilde gelişti. Önce DNA testi için biraz kan aldı. Sonra da burnumdaki alçıyı açıp, tekrar bir pansuman yaptı ve burnumun üzerini küçük bir sargıyla tekrar kapatmadan önce bir aynayla yüzüme bakmamı sağladı. Göz altlarımın ve burnumun çevresinde hafif morarma ve sararmalar olsa da, burnumun yamulmamış olması büyük bir şükür sebebiydi benim için. Daha öncesinde de söylediğim gibi, burnum vücudumda sevdiğim nadir yerlerimden biriydi ve şeklini kaybetmesi beni çok üzerdi. 

En sonunda her akşam sürmem için bir krem verdi. Büyükler hastane ile ilgili bir şeyler konuşacaklarını söyleyip beni ve Ege'yi odadan kovunca da can sıkıntısından kendimi Ege'nin ellerine bıraktım.

Bunun ne kadar yanlış bir karar olduğunu ise çok geç fark ettim.

............................

"ALLAH CEZANI KALDIRSIN EGEE." diye yokuş aşağı giden tekerlekli sandalyenin üzerinde bağrınıyordum.

Odadan kovulunca Ege harika bir fikrinin olduğunu söyleyip beni peşinden en alt kata sürükledi. Sonrasında ise güvenliğe görünmeden sırayla dizilmiş olan tekerlekli sandalyelerden birini alıp arka tarafta bulunan acil çıkış kapısından çıkardı.

İlk başlarda düz yolda birbirimizi itip tutarak bayağı eğlensek de Ege'ye rahat batmış ve yokuş aşağı kaymayı teklif etmişti. Ben de o anın adrenaliyle fazla düşünmeden kabul etmiştim. Sonuç; Ege beni iterken ayağı takıldığı için yere düşmüştü. Ben ise tekerlekli sandalyenin üzerinde sokağın sonundaki büyük çöp konteynerine doğru son sürat ilerliyordum.

Beni tutacak kimse olmadığı için gözlerimi korkuyla sımsıkı kapatıp hazin sonumu bekledim. Fakat beklediğim gibi olmadı ve gövdemde hissettiğim güçlü bir kolla tekerlekli sandalye aniden durdu. Kurtulduğumu idrak edebilmek adına birkaç saniye gözlerim kapalı bir şekilde derin derin nefes alıp verdim. Kurtarıcımın kim olduğunu görmek için gözlerimi açtığımda uzun boyundan dolayı bana doğru eğilmiş, babam yaşlarında bir adam gördüm. Yaşının getirmiş olduğu yeşil gözlerinin kenarlarındaki hafif çizgiler ve yüzündeki samimiyetten uzak gülümseme ona tehlikeli bir hava katarken, istemsizce bakışlarımı kaçırdım.

Hadi ama benim şu an hayatımın aşkıyla tanışmam gerekmiyor muydu?

Adamın konuşmaya başlamasıyla tekrar gözlerine baktım ve yeşil gözlerinin bana ne kadar tanıdık geldiğini düşündüm. Ama sonra gözlerinden çok bakışlarının tanıdık geldiğini fark ettim.

"Yerinizde olsam daha dikkatli olurdum küçük hanım, herzaman bu kadar şanslı olamayabilirsiniz. Bu yaşta bir kazaya kurban gitmenizi istemeyiz öyle değil mi?" Yanımıza gelen lüks arabayla dikleşti ve beni tutmasıyla buruşan takım elbisesini düzeltti. Arabadan inen şoför arka kapıyı açınca kendinden emin adımlarla oraya doğru ilerleyip oturdu. Yeşil gözlerini tekrar bana dikip elini havalı bir şekilde kaldırdı ve kapıyı kapatması için şoföre işaret vermeden hemen önce, "Görüşmek üzere küçük hanım." dedi.

Araba hızla uzaklaşırken ben hala şaşkınlıkla arkasından bakıyordum.

Görüşmek üzere mi?

...........................

Yorum yazmayı ve oylamayı unutmayınnnn😊

Sólita | Tek BaşınaDonde viven las historias. Descúbrelo ahora