10

1.4K 304 13
                                    

Ertesi sabah uyandığımda içimde müptelası olmak istediğim bir his vardı ve bu his bana iyi geliyordu. Dün Görkem'le telefonda konuşmamız bana bir nebze de olsa mutluluk vermişti. Telefonu kapattığımızda buluşacağımız yerin adresini mesaj olarak attı.

Görkem'in benimle yalnız kalmak ve baş başa buluşmak isteyeceğini düşünmüştüm ama bana attığı adresi görünce bu düşüncelerim suya düştü. Attığı adres bir parktı. Genellikle çocukların severek ziyaret ettiği bir yerdi.

Parkta buluşmak istemesine bir anlam veremesem de hazırlanıp evden çıktım. Evde hazırlanırken taksi durağını arayıp apartmanın önüne bir taksi çağırmıştım. Önce geçen akşam mezuniyet yemeğini yediğimiz restoranın park yerinden arabamı almalıydım. Oraya kadar yürüyerek gidemezdim. Mecburen bir taksi çağırdım. Sonra da arabamı alıp Görkem'le buluşmak için parka gidecektim.

Çağırdığım taksi de çok geç kalmamıştı. Kısa bir zamanda apartmanın önüne gelmişti. Taksiye bindim ve restorana gittik. Nihayet arabama kavuştuğumda Görkem'in mesaj attığı adrese doğru yola koyuldum.

Arabayı bir yandan sürüyordum bir yandan da düşünüyordum. Ben, Görkem arayınca neden bu kadar mutlu oluyordum? Bunun sebebi neydi? Belki de ondan hoşlanıyordum. Hoşlantı, sevgi ve aşk kadar güçlü bir duygu olmasa da insana harika şeyler hissettiriyordu.

Bir anda korkuya kapıldım. Ya ben Görkem'den hoşlanmaya devam edersem ve bu hoşlantı aşka dönüşürse o zaman ne yapacaktım? Görkem belki de benden hiç hoşlanmayacaktı ya da benimle arkadaşlıktan öte bir şeyler yaşamak istemeyecekti. İşte bundan korkuyordum.

Reddedilmekten.

Daha önce hiç reddedilmedim. Reddedilme korkumun egoyla alakası yoktu. Herkesin bir korkusu vardır. Ancak önemli olan herkesin bir korkusunun olduğu değil, o korkunun üzerine gidip korkuyu yenmektir esas önemli olan şey.

Üstelik benim sadece reddedilme korkum yoktu. Akla gelebilecek birçok şeyden korkuyordum. Sevmekten, bağlanmaktan, aşık olmaktan, aldatılmaktan, kaybetmekten çok korkuyordum. Hiçbir zaman korkularımın üzerine gidecek cesaretim olmadı. Cesur değildim, kelimenin tam anlamıyla korkaktım.

Kusurlarım vardı. Çok güzel bir vücudum ya da pürüzsüz bir tenim yoktu. Yüzümde ergenlikten kalma birkaç sivilce izi vardı. Kendimi güzel bulmuyordum.

Ayrıca tek kusurum dış görünüşüm değildi. Ruhumda da kusurlar vardı. Asla kusurlarımı kabullenemedim. Bazen bir şeyleri olduğu gibi kabul etmek gerekirdi. Fakat ben bunu bir türlü yapamıyordum. Ben kendimi beğenmezken başkaları beni nasıl beğenecekti?

Parka gelene kadar kafamı fazlasıyla bu tarz düşüncelerle meşgul etmiştim. Arabamı uygun bir yere park ettim ve telefonumdan saate baktım. Saat üç buçuktu.

Parkın içine girdiğimde gözlerimle etrafı taradım. Salıncaklarda sallanan iki tane çocuk vardı. İki çocuğun da neşeli kahkahaları parka canlılık katıyordu.

Gözlerimi çocuklardan ayırıp etrafa bakmaya devam ettim. Görkem'i bir bankta otururken gördüm. Heyecanla adımlarımı onun yanına doğru atmaya başladım. Kısa bir sürede yanına vardım.

Sadece yan profilini görebiliyordum. Odaklanmış bir şekilde boşluğa bakıyordu. Çok dalgın görünüyordu.

Yumuşak bir ses tonuyla, "Birini mi bekliyorsunuz beyefendi?" diye sordum.

Sesimi duyunca kısa bir an irkilse de hemen bana doğru döndü. "Ah, evet," dedi gülümseyerek.

"Kimmiş o şanslı kişi?" diye neşeyle sorarak yanına oturdum.

ÖlümsüzTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang