1.1

1K 88 44
                                    

selamlaarr! yıldıza basmayı ve bolca yorum yapmayı lütfen unutmayın. iyi okumalar perileriiii🧚‍♀️

"aybike... ben emin değilim. gidelim mi?" berk'in titreyen ses tonu, aybike'nin içine işliyordu ama öğrenmesi gerekiyordu. kardeşinin mezarını uzun süre sonra yeniden öğrenmesi, hatta yüzleşmesi gerekiyordu. yapamazdı. acıyı içine atarak yaşayamazdı. düğümlenirdi boğazı, acırdı canı. aybike böyle olsun istemiyordu. oğlanın boğazı düğümlenmesin, çıkarabilsin sesini istiyordu. 

kızıla döndü. dolan gözleri canını yaksa da umursamayacaktı. bugün yanıyorsa, berk için yanacaktı canı. onun üstündeki yükleri atabilmesi için acıyacak ve son bulacaktı. 

"yapma," dedi aybike, anlayışla. "buraya kadar geldin, berk. dönme geri." oğlanın bakışları kararsız, tedirgin ve korkakçaydı. cevap vermek için aralanan dudakları, kısa sürede kapandı. konuşamadı. verebilecek bir cevabı yoktu. 

ellerini birbirine bağlamıştı. aybike usulca gülümsedi. güç vermek istiyordu, kızıla. gerekirse tüm gücünü, cesaretini, sevgisini verirdi. tek isteği iyi olmasıydı. bu nedenle elini tuttu, avuçlarının arasına aldı ve tebessüm etti. 

"yalnız olmayacaksın," dedi naifçe. "ben olacağım, deniz olacak." berk, yutkundu. aybike olacaktı, deniz olacaktı... bunu birkaç kez içinden tekrar etti. 

çok uzun bir süredir gelememişti, mezarlığa. her gelişinde deniz'i hatırlıyordu. kanlar içerisindeki halini, babasının uyanmayışını, silmeye çalıştığı o halıyı... canı yanıyordu. yeniden yaşıyordu o anları. hiç gitmemişti, hep saklanmıştı. bekliyor ve en savunmasız anında zihnine düşüyordu. 

derin bir nefes aldı. yalnız değildi. elleri boşlukta değil, sevdiği kızın avuçlarının arasındaydı. anlatamazdı. verdiği desteğin ne kadar özel olduğunu anlatabilecek kelimeler henüz yoktu evrende. var olmamıştı, olmayacaktı da. bu kelimeler, kızılın bakışları olacak kalacaktı. naif, minnet dolu o bakışları... 

başını olumlu anlamda salladı. usulca, "deniz'in yanına gidelim," dedi ve ekledi. "ama yalvarırım, bırakma ellerimi."

ağlama isteğini hızla bastırdı. daha sıkı tuttu ellerini. bırakmayacaktı. berk özkaya, ne olursa olsun asla tek başına girmeyecekti bu mezarlığa. savunmasız kalmayacaktı. tutacaktı aybike ellerinden, her seferinde. verebileceği desteğin en özelini verecekti. 

"bırakmayacağım," dedi gülümseyerek. "ellerin boşlukta girmeyeceksin mezarlığa. yanında olacağım, söz veriyorum." berk, kızın gülümseyişini izledi. hafif doluydu gözleri. öylesine güzeldi ki... cemal süreya'nın mısralarını adasa, nazım hikmet'in hatırı kalacaktı. 

kız, aydınlıktı. gülüşü, bakışı, dokunuşu, desteği, düşünceleri... her şeyiyle aydınlıktı. gökyüzüydü. gök, kızın yüzüydü. gülüşüydü. her zaman oğlanın sol yanına işlerdi. belki de bundandı, artık berk'in kendisini daha güçlü hissetmesi. gök, sol göğsündeydi. 

"gidelim mi?" 

"gidelim."

aybike yürümeye başladı, berk ise bir adım gerisinden kızı takip etti. attığı her adım, o gece olanları hatırlatıyordu. mezara yaklaştıkça, deniz'inin acı dolu iniltilerini yeniden duyuyordu. fazlaydı. çok fazlaydı bu yük. çok başkaydı. 

"nereden döneceğiz?" berk, aybike'nin sorusuyla kendisine geldi. "sağ." başını olumlu anlamda salladı, aybike. sağa döndüler. biraz daha ilerlediklerinde, deniz özkaya yazan mezar taşını gördüler. 

berk, dayanamadı. gözlerinden akmasına izin verdi yaşların. ağlardı. erkekler de ağlardı. mezar taşına baktı, içi titrerken. yapamıyordu. bir adım daha atamıyor, yaklaşamıyordu. deniz'in orada yattığını biliyordu, ama gidemiyordu işte yakınına. korkuyordu. 

aybike, kızılın korktuğunu anlamıştı. bir süre burada durabilirlerdi. mezar taşını görür görmez yanına gidemeyeceğini zaten biliyordu. zordu. berk için çok zor bir durumdu. hayatındaki herkesi kaybetmişti. deniz'i fiziken, annesini ruhen. babası umurunda bile değildi. 

nasıl olacaktı ki? 

yutkunamadı. yumru, sıktı boğazını. yaktı canını. titredi dudakları. konuşmak istedi, yapamadı. çaresizce sevdiği kıza döndü. onun da dolmuştu gözleri, direniyordu ağlamamak için. fedakardı. aybike, şu dünya üstünde tanıdığı en fedakar insandı. tıpkı deniz gibi.

"ağla," dedi aybike, içtenlikle. "tutma yaşlarını, akıtma içine. ağla ki kurtul, berk." hemen ardından, oğlanı ağlatacak o büyülü cümleyi kurdu. "ben yanındayım." 

içi gidiyordu, aybike'nin. oğlanın özlem dolu bakışlarla kardeşinin mezar taşına bakması canını yakıyordu. ölüm, neden bu kadar zamansızdı? yaşamayı hak edenler neden erkenden gidiyordu? babalarının sorumsuzluğunu neden deniz canıyla, berk ise ruhuyla ödemişti? 

zordu. çok zordu. tahmin edemiyordu. ölümü anlamak, yaşamaktan daha zordu. 

"d-deniz..." aybike, oğlanın hazır olduğunu düşündü. bir adım attı, berk'in peşinden ilerlediğini gördü. rahatladı. üç adım daha attı, mezar taşının başına geldi. oğlanın elini bırakmadan biraz geri çekildi. 

berk, yutkundu. kızın elini tuttukça ayakta durabiliyordu. eğer o olmasa, çökerdi. yaşayamazdı. mezara gelmek bir yana dursun, ayağa kalkacak, nefes alacak gücü bulamazdı bedeninde. 

boştaki eliyle kardeşinin mezar taşını okşadı. gözlerini kapattı. saçlarını okşadığını hissetmek istedi. çok özlemişti. kardeşinin saçlarını okşamayı, sonra onu sinirlendirmek için dağıtmayı delicesine özlemişti. 

bilmiyordu. can acısı geçer mi bilmiyordu ama unutamıyordu. hafızası silinsin, deniz'in ölümü zihninden gitsin ve ona kimse hatırlatmasın istiyordu. geleceğine dair yalanlar söylesinler, ama kardeşin öldü demesinler.

"özür dilerim," dedi iç çekerek. "gelemedim, çünkü hep zihnimde ölümün." yutkundu. konuştukça rahatlıyordu sanki. özlemişti. kardeşinin mezarıyla, o varmış gibi konuşmayı çok özlemişti. 

"ama bak... aybike burada. benimle geldi, o getirdi beni. sevgilim." aybike, gözyaşlarına hakim olamadı. sessizce iç çekmesine rağmen zar zor gülümsedi. oğlanın elini bıraktı, dizlerinin üstüne çökmesine izin verdi.

hemen sonra arkasına geçti, beline sarıldı ve başını sırtına yasladı. 

"küçüktü bedenin," dedi berk, iç çekerek. "beni korumanın zamanı mıydı prensesim?" aybike yutkunamadı. berk'in ağlayarak iç çekişleri doldurdu kulaklarını. canı yanıyordu. oğlanın acısı bitiriyordu onu. 

ölenle ölünmezdi, biliyordu. ya yaşanırdı ya da öyle kalırdın arafta.

"sarı papatyalar ekeceğim, sevdiğin gibi." aybike güldü. kendisi de çok severdi sarı papatyaları. belki deniz'in mezarına o da bir papatya ekerdi. 

bir süre kızılın ağlayışını dinledi. toprağı okşayışını, defalarca kez iç çekişini... sonra sarıldı, geçecek dedi. öptü avuç içlerinden. 

"ölenle ölünmüyor," dedi güven vermek istercesine. "ama yaşanıyor." berk'in yaşamasını istiyordu. elini, kızılın sol göğsünün üstüne yasladı. "deniz, burada. seninle yaşıyor, hayatım. sen nefes aldıkça nefes alıyor, güldükçe gülüyor. üzme onu, olur mu?"

küçük bir çocuk gibi olumlu anlamda başını salladı, berk. omuzların bir yük kalktığını hissetti. minnettarlıkla aybike'ye sarıldı, saçlarının kokusunu içine çekti. 

bu kız, ona evrenin en güzel hediyesiydi.

messy / ayberWhere stories live. Discover now