113 20 6
                                    

karanlık evin içinde tutuşmuş mum, karşısında oturan adamın gölgesini yansıttığı duvarda büküp duruyor ve o yansıttığı gölge, adamın her hareketinde güç kazanırmış gibi daha da büyüyerek önünde uzanan bedeni adeta kafesliyordu.

evdeki her eşya, her ruh, her toz zerresi ve hatta tutuşmuş küçük mum bile gölgenin kafeslese bile dokunamadığı bedene karşı büyük sırıtışını görebilirdi.

gölge sırıtıyordu ama rahip suguru'nun yüzünde tek bir mimik dahi oynamıyordu. sadece varlığını gösterebilen, ne olduğunu bildiremeyen dualar dışında oynatmazken ağzını, elindeki bezi adeta parmak uçlarında tutarak gezdiriyordu yavaşça. bedeninde yaşadığının belirtilerini veren tek yerlerdi usulca açılıp kapanan dudakları ve yarı baygın bedenin üzerinde tuttuğu elleri.

bu görüntüye katlanamayan toz zerreleri sığınmak ister gibi yavaşça muma savruldu, mum erimenin eşiğindeyken korkulu bir çığlık içinde sarstı tutuşmuş ateşini. suguru'nun gözleri her şeyin farkındaymışçasına elinde tuttuğu bezin üzerindeki kan lekelerinden, titreşen kıvılcıma kaydı; mum o bakışların altında son nektarını da eritti ve çığlığı, kıvılcımı gibi sönüverdi.

evdeki her varlık sadece o sırıtışı görmemek için mumu feda etmişti ve bunu onlardan başka kimse bilemeyecekti.

rahip suguru bütün yaşananları anlamıştı sanki, önündeki bedenin yüzüne yasladığı elini derince aldığı nefes eşliğinde çekti ve yavaşça ayağa kalktı. amacı yeni bir mumu kurban etmek olmalıydı ki çok geçmeden de, odada olacaklardan habersiz küçük bir mum daha kendi alevi içinde kıvranmaya başlamıştı.

odadaki her varlık, tekrardan duvarda şekillenen o korkunç canavarı görünce bunun sonunun gelmeyeceğini, sadece bir kurban verdiklerinde anlayabilmişlerdi.

anlaşılan bu genç mumun ömrü biraz daha uzamıştı.

rahip ışığa tekrar kavuşunca elindeki soğuk bezi önünde uzanan bedenin yüzünde bölüm bölüm gezdirmeye devam etti, bunu yaparken dudaklarında tekrar sesinin çıkmasına izin vermeden can veren dualarını mırıldanmaya başlamıştı. onları okumayı bırakamazdı, yaşamak için onlara bağımlıydı ve öyle bir vaha gibi geliyorlardı ki çölün ortasında olan rahip suguru'ya; ilk başta sadece görüşünü bulandıran bu serap şu an onu çoktan kör etmişti ve gerçek vahayı görene kadar bu serapın onu yaşatmasına izin verecekti.

bez, sahibinin elleri altında, uzanan bedenin yüzü üstünde süründü; gölgesi duvarda hafif hafif dalgalanmaya başlamış uzun saçlı adam, bezin beyazlığının çoktan koyu kırmızı tarafından yok edildiğinin farkında bile değildi ve bez de kaybolduğu kırmızılığın içinde, kendisinin temizlediği yerleri yine kendisi geri kirletiyordu.

" kadın ağacın meyvesinin yemek için iyi olduğunu ve göze hitap ettiğini gördüğünde, ayrıca bilgelik kazanmak arzusuyla da bir tane kopardı ve yedi. "

bez, kan olmadığından emin olduğu ama baygın bedenin dudaklarını kaplayan kırmızılıkta durdu.

nefesleri derinleşti oturan adamın; uzun saçlarından birkaç tel çarparken yüzüne, parmak uçlarında tuttuğu durmuş bezi avucuna alarak sıktıktan sonra bir kenara fırlattı. aynı zaman diliminde küçülmüş göz bebekleri kısaca bulunduğu odayı turlamış, ardından eline kaymış ve yer yer bulaşmış o kırmızılıkta durmuştu.

beyni tek tek dolup taşan binlerce düşünceye ev sahipliği yapmaya başlarken, son nektarını eritmeye yakın mumun ışığında ve odadaki her varlığın izleyişi altında sırıtıverdi geto suguru.

mum söndü, ev tekrardan ve bu sefer tamamen karanlığa büründü.

gölgenin hareketleri durdu, geto suguru hareketlendi. gölgenin gülüşleri yüzünde dağılıp yok olurken geto suguru'nun, dualarını —ondan izin alıp da— seslice bırakamayan dudakları derin bir gülüş bıraktı.

bu gülüş bir dua değildi, ona can vermiyordu.

"seni tanıyorum." saatlerdir ilk defa konuşmasıyla, yoğun sesindeki çatırdamalar kulaklarını tırmalarken usulca eğilip lekeli ellerini karşısındaki gözlere bastırdı; baş parmakları sırasıyla kapalı göz kapaklarının altında şişkinliklerini hissettiği büyük göz bebeklerine dokunuyordu. tenine sürtünen beyaz kirpikler ellerinden aldığı kırmızılıklarla bir geyşadan çok bir gelinin makyajını taşırmışçasına çekingence kapalıyken, gücünü çok kullanmayarak bastırdığı parmaklarının altında titrediler.

rahip suguru'nun aklı bir saniyede binlerce düşüncelerinden arınarak sadece bir düşünceye, sadece bir çift göze ev sahipliği yapmaya başladı.

"seni tanıyorum."

geto suguru, bağı çözülmüş saçları yüzünün etrafından yatan bedenin lekeli tenine dökülürken ve ayağa kalkmadan önce, birkaç kere daha tekrarladı ağzında dolanan cümleyi.

tanrı'nın şeytana olan cezası bitip yerini, adaletli meleklerine ödülü olan ve göğe özenle yerleştirdiği yıldızlardan oluşan bir geceye bırakmış; dolunay o yıldızlı gece boyunca en tepede kalarak karanlıkta gizlice işlenmeye çalışılan günahları açığa çıkarmıştı. fakat rahip suguru o günahları kimsenin görmediğini sanarak, tanrı'yı unutarak işlemeye çalışan kendini bilmezlerden biri olmadı. gün ağarmadan incilini okuyarak ve tanrı'sının gözyaşlarıyla canlandırdığı toprağın kokusu, açtığı camlarından içeri girerken tövbelerini seslice söyleyip durarak ibadetlerini yerine getirdi.

tanrı ademoğluna bir kere daha acıdığında ve onlara gözlerini açarak derin uykularından uyanmalarını, günahlar da dahil her şeyi görmelerini ve sosyalleşmelerini sağlayan günü saatler sonra geri verdiğinde rahip suguru evdeki diğer her varlığın da alışık olduğu gibi yalnızdı. uyandığı bu günün gecesi hiç gerçek olmamış gibi kanlı bezi fırlattığı yerden alarak etrafı toparlamış ve incilini eline alıp kiliseye gitmeden önce kişisel işlerini halletmişti. bu işler bile sınırlıydı, sadece yaşamasını sağlıyorlardı ki yüce tanrı'sı için bu hapsolduğu yeryüzünde daha fazlasını yapabilsin.

gece mırıldanmalarının aksine, rahip suguru tanrı'dan başka kimseyi tanımıyordu. sadece kısa bir an solan duaları şimdi daha canlıydı dudaklarının arasında.

kimseyi tanımadığını, o gece kimsenin yaralarını temizlemediğini sanıyordu. günler sonra beynindeki düşünceler yine bir tek tapındığı varlıkla ilgiliydi ve onunla sınırlıydı.

fakat elindeki incili göğsünden ayırmadan kiliseye vardığında ve bu sefer açık olan, gök saydamlığında gözlerini ona dikmiş gelmesini bekleyen bedeni gördüğünde dudakları kapanarak canı olan dualarını bizzat kendisi öldürmüştü.

" kadın ağacın meyvesinin yemek için iyi olduğunu ve göze hitap ettiğini gördüğünde, ayrıca bilgelik kazanmak arzusuyla da bir tane kopardı ve yedi. aynı zamanda onunla olan kocasına da bir tane verdi ve onun da meyveyi yemesini sağladı. "

— 29.5.22,

apocalypse (sgst.)Where stories live. Discover now