8. Bölüm

43 9 0
                                    

Öyle çok istiyordum ki, şu anda ölmeyi...

Keşke, diyordum. Keşke o gün yanıma gelmeseydi de o kayalıklardan aşağıya atabilseydim kendimi.

"Güneş." Bakışlarımı karşımdaki duvardan ayırıp, başımda dikilen doktoruma çevirdim. "Bunu artık yapmamız gerekiyor. Zor olduğunu biliyorum ama geç bile kaldık. Ameliyattan sonra tekrar uzayacaklarına emin olabilirsin." Hafifçe tebessüm etti. "Söz veriyorum."

Yalancı.

"Hilal hemşire mi yapacak?"

"İstiyorsan başkası da yapabilir. Aramak istediğin birileri var mı?"

Bir an için, aklıma o geldi. Ardından hemen bu düşünceden vazgeçtim. Kaç gün olmuştu? İki gün mü? Üç mü? Belki de dört? O kayalıklara ne zaman gitmiştim de onunla karşılaşmıştım?

Bir haftadan kısa süredir tanıdığım ve ismini bile bilmediğim bir adam mıydı hayatımda olan tek insan? Bu kadar mı acizdim?

Ve şimdi, en çok ihtiyacım olduğu zamanda kimsem yok muydu?

"Hilal hemşire yapsın."

Serdar Bey gözlerime bir süre bakarak iç çekti ve sakince, "Nasıl istiyorsan," dedi.

Yalnızlığıma üzülüyordu.

Bana acıyordu.

Odadan çıktı. Karşımdaki duvarı seyretmeye devam ettim. Zaman geçti, dakikalar birbirini kovaladı ve en sonunda kapı açıldı. Hilal hemşire içeriye girdi.

"Merhaba, Güneş." Gülümseyerek elindeki çantayı hafifçe kaldırdı. "Hemen halledelim mi?"

Kafamı sallayarak doğruldum. Ayağa kalkacağım sırada, başıma öylesine şiddetli bir ağrı girdi ki, acıdan çığlık atmak istedim.

Tekrar oluyordu. Bu sıralar daha da artmıştı. Canım acıyordu ve bunun artık bitmesini istiyordum.

Bitmesi demek, ölmem demekti.

"Güneş," dedi Hilal hemşire, yanıma gelirken. "İyi misin? Başın mı ağrıyor?"

"Tamam," dedim, bir an önce bitirmek için. "Bir şeyim yok. Ayağa kalkmama yardım eder misin?"

"Tabii." Koluma girdiğini sadece gözlerimle gördüm, dokunuşunu hissetmiyordum bile.

Yavaşça yürüyorduk çünkü dengemi sağlayamıyordum. Ayrıca başım çatlıyordu. İnsanlara sorun çıkartmak istemiyordum ama elimde olan bir şey değildi. Bu lanet hastalığı ben istememiştim.

Odanın içindeki banyoya girdiğimizde kapıyı açık bıraktık. Hilal hemşire elindeki çantayı açmadan hemen önce beni yavaşça klozetin üzerine oturtmuştu.

Siyah çantadan çıkarttığı bir havluyu omuzlarıma yerleştirdi. Tıraş makinesini çıkarttığında boğazımda büyük bir yumru oluştu.

İstemiyordum.

Saçlarımdan olmak istemiyordum.

"Tatlım, üzülmene gerek yok. Bir süre sonra tekrar uzayacaklardır."

O kadar sürem olduğunu zannetmiyorum.

"Hazırsan başlayabiliriz."

Yutkundum. Bunu kesinlikle istemiyordum ama gerçekleşmek zorundaydı. Yine de... En azından yanımda bana değer veren birisi olamaz mıydı?

Yavaşça kafamı salladım. Başım hâlâ ağrıyordu. Halsiz hissediyordum. Tek istediğim biraz uyumaktı.

Hilal hemşire makineyi çalıştırdığında, kalbim çoktan hızla atmaya, gözlerimden yaşlar boşalmaya başlamıştı.

İstemiyordum. Saçlarımdan olmayı hiç istemiyordum.

Bir tutam saç, gözlerimin önünde yere düştüğünde, kalbime keskin bir acının saplandığını hissettim. Titrek bir nefes alarak çenemi dik tutmaya çalıştığım sırada, bakışlarım aralık kapıya kaydı.

Hasta yatağının arkasında duruyordu. Nasıl burada olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama... Gelmişti işte. Beni yalnız bırakmamıştı.

Tek başıma büyüdüğüm bu dünyada, yalnız olmadığım ilk gerçek andı.

Yine de beni böyle görsün istemedim. Saçlarım kesilirken ve aynı zamanda ağlarken ne kadar çirkin olabileceğimi düşündüm. Berbat görünüyor olmalıydım.

Ancak o, tüm bu düşüncelerimin aksine yüzüne küçük bir gülümseme kondurdu. Uzaktaydı ama fark edebiliyordum, yeşil gözlerinin içi parlıyordu. Pürüzsüz teni pamuk kadar beyazdı. Vücudu çok yapılı değildi ama kesinlikle ince de sayılamazdı. İnce dudaklara, sarı saçlara sahipti.

O, bir hayalet kadar sessiz ve ölüm kadar güzeldi.

Ardından sol elini yavaşça kaldırdı. Bakışlarımı gözlerinden çekerek eline kaydırdığımda, nutkumun tutulduğunu hissettim.

Elinde tuttuğu tıraş makinesini doğrudan kafasına götürdü ve sarı bukleleri yeri boyladı.

Ağladım. Daha çok ağladım. Yalnızlığıma, artık saçlarımın olmayacak olduğu gerçeğine, onun da saçlarını kesişine ve beni tek başıma bırakmamasına ağladım.

Ben ağladıkça, o gülümsedi.

O gülümsedikçe, içimde bir şeyler eridi.

Makinenin rahatsız edici sesi son bulduktan birkaç saniye sonra, Hilal hemşirenin sesi kulaklarımı doldurdu. "Eğer hazırsan, ameliyathaneye gideceğiz."

Burnumu çekip kafamı salladım. Ameliyat olmaktan ya da ölmekten korkmuyordum. Ben sadece saçlarımı önemsiyordum ve bunun nedenini bilmiyordum.

Hilal hemşirenin koluna tutunarak ayağa kalktım. Odaya doğru yavaş adımlarla yürürken, kafamın içinde, ona ne söyleyebileceğimi tartıyordum.

Ancak bir şey söylememe gerek kalmadı. Yatağın arkasında, ayakta dikilmeye devam etti ve bir an bile gözlerimiz ayrılmadı.

Kapının yanındaki tekerlekli sandalyeye oturduğumda, Hilal hemşirenin yardımıyla odadan çıktık. Sağ tarafa doğru dönünce, ellerini ceplerine sokmuş, bana bakarak ilerlediğini gördüm. Ne ara yanımda bitmişti böyle?

"Yakışmış," dedi saçlarımı kastederek.

Utanarak bakışlarımı kaçırdım. Saçlarım yoktu ve insanlar bunu görebiliyordu. Oysa aynaya bakabileceğimizi zannetmiyordum.

Ameliyathanenin önüne geldiğimizde, otomatik kapı yavaşça açıldı. Hilal hemşire sandalyeyi içeriye doğru itekledi. Hızlıca kafamı arkaya doğru çevirdim ve ona baktım.

"Burada bekliyorum," dedi. "İçeri giremem ama sen çıkana kadar buradayım." Genişçe gülümsedi. "Sonuna kadar savaş."

Boğazımda oluşan yumruyu yutkunarak gidermeye çalıştım. Ona, savaşmak için hiçbir sebebim olmadığını söyleyemedim.

"Seni bekliyor olacağım," dedi, kapı kapanarak aramıza mesafe koymadan hemen önce. "Beni yalnız bırakma."

Ardından her şey çok hızlı gelişti. Sedyeye uzanmam, narkoz verilmesi ve bilincimi kaybetmem dakikalar içinde olmuştu.

Sonrası ise, serin rüzgârların estiği sıcak bir rüyadan ibaretti.

Onu yalnız bırakmaman, savaşmaman için bir işaret aslında.

İnstagram: jupiterr_3816

Ölüm Anıları Saklayana Dek (Texting)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin