Yirmi Dört ▪ Çiçek Senfonisi

247 25 27
                                    

Medya:

The Rose - She's In The Rain

''Yağmurdayız. Bu düşen yağmurda, dağılmış seni dolduruyorum. Böylelikle, ne kadar güzel olduğunu görebiliyorum.''

Normalde sadece geziyi yazacaktım ancak bir şeyler oldu ve ben merak ettiğiniz geçmişe birazcık* değinmiş bulundum. Bu yüzden de bölüm diğer bölümlere nazaran uzun oldu. Umarım keyif alırsınız bundan.

İyi Okumalar <3

***

''Bugün ek dersim yoktu, erken çıkacağım; hoşça kalın arkadaşlar.''

Jongin son dersin ardından öğretmenler odasına inmiş ve eşyalarını toparlayıp arabasının kontağını parmağına takarken konuşmuştu. Etrafında kendisinden önce orada olan birkaç branş öğretmeni vardı. Ona tebessüm ederek, başlarıyla selam verdiklerinde adımlarını dışarıya doğru sıralamıştı. İçeriye giren resim öğretmeni Bayan Lee da onun gittiğini görünce, ''İyi akşamlar Bay Kim.'' diyerek sandalyesine doğru ilerledi. Jongin de ardına dönerek tebessüm edip ardından derhal avluya çıktı. Kontağa basarak arabasına yanaştı ve aceleci bir şekilde binerek, kızını almak üzere eski eşinin evine doğru hızla aracı çalıştırdı.

Biraz sonra kızıyla birlikte kendi evine rota çizmiş arabayı sürmekteydi. Postane de yol üzerindeydi, gitmeden evvel uğramayı aklının bir köşesine not etmişti. Kız sevinçle ellerini çırpıyordu ve bir yandan da babasına, ''Geçen hafta söz vermiştin, Namjoon Oppa'm ile üçümüz birlikte lunaparka gidecektik. Unutmadın değil mi?'' diye çeşitli ve peşi sıra sorular soruyordu. Jongin bu soruyu alınca suratı ekşidi ve kızına dönerek, ''Biraz sonra postaneye uğrayacağız, uslu uslu otur arabada olur mu? İki üç dakikaya geleceğim.'' dedi konu atlayarak. 

Kızı surat düşürerek, ''Neden cevap vermiyorsun ki?'' dediğinde Jongin, sağına doğru eğilerek kızının saçlarına minicik bir buse bıraktı ve gülümseyip, ''Namjoon bir süreliğine iş seyahatine çıktı, bir gün onun ziyaretine gideriz seninle, sana bolca öpücük gönderdi; hepsini al, tamam mı?'' dedi ve yola bakmaya devam etti. Kızı bu duruma üzülse de daha sonra babasının sözünü mutlaka tutacağını bildiğinden ve Namjoon'un da sürekli bir yerlere seyahat etmesine alışık olduğundan çok üstelemedi.

Az sonra Jongin arabadan bir zarf alarak indi ve kapıları kilitleyerek postaneye girdi. Jungkook'un ona verdiği adrese mektubun gönderilmesini söyleyerek zarfı verdi ve gerekli imzaları atıp ücreti ödeyerek ne zamana ulaşabileceğini sordu. ''İki gün sürer.'' yanıtını alınca da oradan ayrıldı. Döndüğünde kızı Jane, başı sağa yatık bir şekilde tatlı tatlı uyuyakalmıştı. Sessiz sedasız yoluna devam etti ve öylece Jeju'ya, kendi evine döndüler. Hafta sonu mutlu bir iki gün geçirmeyi diledi kızıyla baş başa. Ancak yine de içi fazlasıyla buruktu. Namjoon olmadan zaman her zaman sıkıcı geçiyordu çünkü yıllarını eskitmişti onunla; kızı için de durum böyleydi. Biraz eksik hissettirecekti yokluğu.

-

''Tamam Taehyung, sinirlenmeni anlıyorum ama elinde olan bir şey değildi belki de bu, bu kadar acele ediyorsa gitmekte; biraz anlayış göstermeye çalış en azından.''

''Ne anlayışından bahsediyorsun Hoseok ya? En azından gitmeden önce, onu aradığımda bana bundan bahsedebilirdi, haksız mıyım?'' 

Defne ağacının altındaki bankta kös kös oturan ve içten içe hayata lanetler savuran Taehyung'u sakinleştirmeye çalışan çifte kumrular, pek başarılı olmuş gibi görünmüyorlardı fakat onun sinirli olmasını da bir yandan haklı buluyorlardı içten içe. Yine de söyleniyorlardı işte. Yoongi, Hoseok konuşuyor diye çıt dahi çıkarmıyordu çünkü söyleyeceklerini söylediğini düşünüyordu onunla baş başayken. Hoseok ile bir süre göz temasında kaldılar, yine bir şey söylemedi. Hoseok sessizliğe ve sıkıntıya pek gelemeyen bir karakterdi. Hemen bir şeyler düzelsin ve eski hâline dönebilsin isterdi. Açıkçası, her ne kadar buruk olduklarını bilse de bazı şeyleri görmezden gelme eğilimindeydi.

Bitter Lives ⇝ taekook ✔Where stories live. Discover now