30: ''Fingertips''

601 71 11
                                    

Ne gülüşler gördüm, ardında hüzün gizli olan

Ne sevişler gördüm, kursağımdan akıp içimi yakan Ve öyle adamlar tanıdım ki, parmak uçlarından sevdiğine karışan.

"Geliyoruz dedim ya, siz gidin işte." Taehyung, telefonu kulağı ve omzu arasına sıkıştırıp ufak kamyonetin arkasından aşağı elini uzattı, gözlerindeki yaş bile daha kurumamış kıvırcığın kolundan tutup yukarı çekti. "Hallettim ben. Geliyoruz, sen bana adres at." Kafasını kaldırıp tekerleklerin üzerine basarak içeri atlayan, minderleri kamyonetin arkasına atan kalabalık gruba baktı. "Biraz fazla kişi geliyoruz." Diyerek güldü.

Jungkook'u çektikten sonra belinden tutup kendine yasladı, kalçasını kamyonetin kenarına dayayıp durdu. "Kalabalık geliyoruz. Gelince görürsün." Kamyonetten bozma araba çalışıp biraz aksayarak harekete başlayınca yavaşça çöktü. Altındaki mindere oturup belinden kolunu çekmeden kendisiyle beraber oturttuğu Jungkook'u bacakları arasına çekti. "Çok fazla soru soruyorsun. Sadece adres at ve annemin geldiğinden emin ol." Telefonu Namjoon'un yüzüne kapattı.

Bacakları Taehyung'un bir bacağı üzerinde bükülmüş yan bir şekilde iki bacağı arasında oturan Jungkook, kafasını omzuna bıraktı. Gözlerini kapatıp serin rüzgarın yüzünü yakmasına izin verdi. Durmadan sallanıp, yoldaki çıkıntılarda seken araba yüzünden kafası Taehyung'un omzunda yükseliyordu. Alnında hissettiği sıcak dudaklar, yüzünde yeşeren gülümsemenin sebebi oldu. Taehyung, bembeyaz yüzünde iki gamzesiyle açan tebessüme odaklandı. Parmakları karıncalanıyor, dili uyuşuyor, içi ürperiyordu. Kolunu Jungkook'un sırtına iyice sardı, göğsüne sığdıramadığını yine göğsünde saklamak istiyordu. İnsan yüreğine sığmayacak kadar kendinden olanı; saklayamıyor, koyacak yeri bulamıyor, eli ayağı karışarak içine çektikçe çeken bir balçık gibi duygularının üzerinde tutmaya uğraşıyordu. En sonunda saklamak mümkün olabilecek en büyük günah gibi asla gerçekleşmiyordu. Kendine saklamak istedikçe taşıyor; sevdikçe bataklığa gömülüyordu.

Gözlerini zorla göğsüne sığmayan kıvırcıktan çekti. Kamyonetin içindeki beş yüzü inceleme fırsatı buldu sonunda. Sarışın uzun saçlı iki kız, onlar kadar uzun saçları olmayan kumral bir kız ve iki esmer adam birbirleri arasında kamyonetin gürültüsü yüzünden yüksek sesle konuşuyorlardı. Oturdukları minderlerin rahatsızlığı her birkaç saniyede bir aralarından birinin kıpırdanıp düzeltmesinden çok belliydi, Taehyung ise o rahatsızlığı fark etmeyecek kadar sarhoş hissediyordu. Ne yaptığını biliyordu ama bilinci de yoktu sanki. Jungkook'un önünde oturuyor oluşu yetiyor da artıyordu bu sarhoşluğa.

Başı dönüp de sendeleyerek düşecek gibi olana kadar Jungkook'u kucaklayıp dönmüş, ileri geri yürümüştü. Sonra nefes nefese düşecek hâle gelince etraflarına doluşup yarıladıkları şişeleri birbirine tokuşturan bu insanlara evlenmelerine dakikalar kaldığını söylediklerinde onlarla gelmeyi teklif etmişlerdi. Aslında bu işlerine gelmişti. Hem onlar kutlanacak ve daha çok içilecek bir şey arayışındaydı hem de Taehyung ve Jungkook'un yetişmesi gereken bir nikah vardı. Ardından kendilerini telefondan dinleyip seslerini duyurmak için gırtlaklarını yırtan arkadaşlarına sadece 'Teklif gerekiyordu.' Diyerek bir açıklama yapmış, Namjoon'un 'Nasıl geleceksiniz? Neredesiniz? Geç kaldınız? O sesler de ne?' Sorularını ağzına tıkmış ve kendilerini bu kamyonetin arkasında bulmuşlardı.

Eğilip boştaki eliyle Jungkook'un artık kulaklarının üzerini kapatan saçlarını geriye verdi, gözlerinin altını okşadı. "Üşüdün mü?" Diye fısıldadı kulağına. Ufak bir baş sallamasıyla cevabını alınca şakağının üzerine dudaklarını bastırdı. Dizinin üstünde titreyen telefondan adrese bakıp ileri doğru daha yüksek sesle konuşarak aralarından birine arabayı süren kişiye söylemesi için gidecekleri yeri tarif etmeye başladı. Başı omzundaki tanıdık yere yerleşmiş Melekle her şeyi varolmamış gibi silmeye gidiyorlardı.

İ𝓬𝓮 𝓐𝓷𝓰𝓮𝓵 Where stories live. Discover now