we all slowly move

110 10 17
                                    


şubat'ın 5'i, 1952. serin bir hava hâkim lyft vadisinin üzerinde. yalnız hava serinlikten sıkılmış, yeni bir hareket arıyor. sis? fazla kasvetli. rüzgâr? yeterli değil. belki, biraz ıslanmalı bu yorgun vadi ve adını ondan alan yerleşkesi. dolu? kar? hayır, hayır hiçbiri değil. daha sakinleştirici olmalı, sesi ile dahi kucaklayıvermeli. evet, çiseleyen yağmur bu atmosferin kayıp yapboz parçası.

ıslak zemin kokusu, toprak kokusu. birden yanıp sönen bir ışık ve ardından gelen sessiz gürültü.

ve işte orada, elfscyne tepesi. uzunca söylemek gerekirse mutluluğu doğuran, bakan, büyüten bir anne. hattâ bir hikâyesi, efsane de denebilir, bile var elfscyne'in. meraklısı için bahsini açacak olursak: ikinci dünya savaşı esnasında yüzlerinden acıyla karışık masumiyet akan iki ufaklık, birden burada bulmuş kendini. anne-babalarının peşinden koca gemilerle dunkrik'e varmak için sahile giderken kaybetmişler izlerini. sonrasında, elfscyne'in âdeta ruhu yenileyen çimleri üzerinde nefes nefese uzanırken gözlerini açmaları ile yıldız gözlü elfleri görmeleri bir olmuş. bu elflerin teni; daha önce insan eli değmemiş bir tatlı su kaynağı kadar berrak, dolunay kadar parlak, usta bir piyanistin yarattığı besteler kadar kusursuzmuş. çocuklar gözlerini alamamışlar, koca güneş yanı başlarına düşmüş sanmışlar. o güneşler ellerini uzatmış bizim miniklere. ellerinden tutmuş; mutlulukla, sevgiyle sarmalamışlar onları. ebeveynlerinin yokluğunu unutturmuşlar, savaşı yok sayıp hissettirmemişler. iki ufaklık büyümüş güneşlerin kucaklarında. büyüyüp dünyaya gelmiş ve gelebilecek herkesten daha mutlu olmuşlar. zamanla lyft halkı, dilden dile dolaşan mutlu savaş çocuklarının adına elfscyne'i kanımıza karışan dopaminin kaynağı olarak bilmiş. böylece süregelmiş bu tepenin nâmı.

ışıkları bir bir sönen evlerin çatıları, vadinin iki yanı ve elfscyne; sakin yağmura kendini teslim ediyordu ki iki evin kapısı aynı anda açıldı. açılmaları ile kapanmaları bir olurken iki evin içinden de hüzün kokuları yayıldı sokak lambalarının bekçiliğini yaptığı yollara. belki göğe karıştı bu koku, belki de hiç gitmemek üzere asılı kaldı etrafta.

ya asılı kalıp kraliyetlerini kuracaktı lyft'in her bir yanına ya yok edilecekti bir daha var olmamak üzere bu kasabada.

lyft, gece misafir ettiği yağmurdan tek bir iz olmadan bir sonraki sabaha uyanıyordu. elfscyne'in elflerini andıran güneş, değdiği her şeyi yakmak isteyip kıyamıyordu sanki. bir şubat değil, nisan sabahına uyanılmış gibiydi. cıvıl cıvıl ve keyif dolu bir sabaha.

"sonunda," diye geçirdi içinden delikanlı. "sonunda gidebiliyorum," ayakkabısını giymek için eğildiğinden perçemleri uzaklaşmıştı yüzünden şimdi.

dışarıya adımını attığında onu gören herhangi bir lyftli, keyfine diyecek yokmuşçasına yürüdüğünü söyleyebilirdi. tabii, onun içinden geçirdiklerini duymuyordu kimse. "duymamalılar," diye düşündü bu kez. "kimse bilmesin de rahatça gideyim."

tadını çıkardı delikanlı her adımının. bir daha adım atmayacağı düşüncesi, son adımlarının neşe saçmasına izin veriyordu.

istikametine vardığında, ciğerlerinin derin bir soluğu hak ettiğini düşündü. kocaman bir nefes aldı ve beraberinde iç çekti, "doğru karar, en doğrusunu yapıyorum."

yavaş adımlarla ilerledi, ilerledi. tepenin en üst noktasındaydı artık, yapabilirdi, yapmalıydı da.

bulunduğumuz ayın şubat olduğunu hatırlatan tek unsur, saçlarını birbirine katmaktan oldukça büyük bir zevk alıyordu. parmak uçlarını ve burnu hafif bir kırmızı ile süslemek, yeterince eğlenceli gelmiyordu görüldüğü kadarı ile.

kendine yapabileceğine dair verdiği telkinler daha da uzaklaştırıyordu onu tepenin ucundan. benliğinin arzusu ile ayaklarının hareket yönü zıttı ve bu gidişât hiç iyi değildi.

içinde oluşan kargaşayı dışına yansıtmamaya çalışıyordu. çünkü biliyordu ki güçlü zannettiği iradesi minik bir sökük gibiydi, açık bulduğu anda kapatılması imkânsızlaşacak bir sökük.

izlendiği hissi, ortadan kaldırmaya uğraştığı kargaşayı dışına taşırmasına fazlasıyla yetti. istemsizce duyularını kontrol altına alan hisse doğal olarak yenik düşmüş, etrafı kolaçan etme güdüsü ile başını çevirmişti.

paslanmış demir bir kapıya dönüşen üçüncü gözünün tam şu an açılası tuttu. katile yardım ve yataklık yapmaya zorlanan elfscyne, daha fazla göz yumamamıştı üzerinde iki cinayetin birden işlenmesine.

nazikçe çevrilen başlardan biri ruhsuzca, öteki dehşete düşmüş bakışlarını karşısındakine hedef almıştı. bu bakışlarda ortak tek nokta vardı yalnızca: başarısızlık.

taedium vitae, yujae Where stories live. Discover now