hold on to thee

34 7 9
                                    


başka bir âleme gerçekleştirilecek olan seyahat planları; aynı yerde, aynı günde ve aynı saat aralığında hazırlanmıştı. hazırlandı hazırlanmasına ancak iş, hayata koyma aşamasında bir labirente dönüşüyordu. bir girdap, bir karadelik, kör bir ressamın ince işçilikle bezenmiş bir eseriydi bu denizaşırı seyahat.

içinde şaşkınlık parçalarını barındıran bakışlar baştan aşağı süzdüler karşılarındaki bedenleri. sakin gözler; düzensizce inip kalkan göğsü anlamlandırmaya çalışıyor, soğuğa karşın oldukça ince olan kıyafetlerde geziniyordu. yazlık, beyaz yakalı gömleğin üzerine özensizce geçirilmiş ve kahvenin güzel bir tonu ile süslenmiş süveteri gördü önce. tuhaf bir hâl alan nefesleri; önce gömleği, sonra süveteri yok edecekmiş gibi geldi bir an için. altında, daha açık tonlarda ve yine ince olduğu belli olan keten pantolonuyla arkasındaki sonsuzluğa yayılmış manzarayla uyumlu olduğunu fark etti sakin gözler. bu uyumun bozulacağı takdirde üzüleceğini düşündü. bozulmamalıydı, kaybolmamalıydı bu narin tablonun en nizamî detayı. yüzünde gezindi bu sefer, zaten büyük olan gözler olabilecekmiş gibi büyümüş. yüzünden okunuyor burada oluş nedeni, korkusu fakat buna rağmen yapmak isteyişi. hepsi okundu sakin gözlerin sahibi tarafından. anlamıştı onu bir bakışı ile. her duygusunu özümsemiş ve sevinmişti bu ilginç tesâdüfe içten içe.

aynı esnada diğer gözler aylak aylak dolaşmadı etrafta. birkaç fit ötesindeki delikanlı hapsetmişti bu bakışları kendi bedeninde. kendisi gibi hareket hâlinde olmadığı için bir program dahilinde ilerledi gözleri. önce saçlarında takılı kaldı. her saç teli birer çiçeği andırıyordu ve bu çiçekler birlik olup zarif bir çiçek buketini andıran saçlarını oluşturuyordu. ifadesiz bakan yüzünün barındırdığı hatlar, sertlikle yumuşaklığın arasında çetin geçen bir savaş sonucu uzlaşıldığını sembolize ediyordu. kendinin aksine sıkı sıkıya giyinip kuşanmıştı. bir başka âleme geçiş sırasında üşütmek istemiyordu belli ki. boynuna sardığı atkı bunu kanıtlar nitelikteyken önü kapatılmış kabanı, lacivertin en koyu kısmına ev sahipliği yapıyordu. benzer tonlardaki pantolonu, onu şehirdeki zengin çocuklardan farksız kılıyordu. ve, ah... bu soğukkanlılıkla başaramamasının hiçbir mantıklı açıklaması yoktu. başka bir bit yeniği var, dedi kendi kendine, veya harika rol yapıyor.

yavaş yavaş düzene giren nefesleri ile önüne döndü delikanlı. yapacaktı, onu durdurabilecek bir nedeni yoktu. mutluluğun madeninden bırakacaktı bedenini. herkesin sevincini paylaşmak istediği elfscyne'le son sevincini yaşayacaktı. adımını attı ve bir iç çekiş. diğerini de attı, öbürünü de. korkak adımlarını mevsim şartlarını umursamayan canlı bitki örtüsü ile buluşturdu. kararlı yanı güçlü bir titreme olarak duyumsadığı korkusunu bastırmaya uğraşıyordu, ne kadar başarılı olduğunun göreceli olduğundan habersiz.

sıcacık görünen atkısına sarılmış olan genç, kestane tutamlarının ardından onu izlemeye koyuldu. arı bir aptallıktan ibaret, diye çığlık çığlığa gezen düşünceler sardı her yanını aynı amaç uğruna buraya gelmesine rağmen.

yanındaki düşüncelerini sesli bir şekilde beyân etmişçesine döndürdü bedenini kahveli çocuk. bu âni hamleye şaşırmıştı diğeri. "bir şey de yapmadım halbuki," diye mırıldandı duymasını istiyormuş gibi.

ağlamasına ramak kaldığını belli eden tonda, "neden yapamıyorum?" sorusunu yöneltti karşısında dikilen şaşkın gence. "neden bunca zaman bu isteği içimde kuduran lavlarla dahi harladıktan sonra yapamıyorum, neden?"

"yapmak istemiyorsun," yanıtladı buz gibi bir sesle. umursamaz görünen tavrıyla yatıştırmayı umuyordu belki de.

haykırdı vadinin diğer yarına doğru, "hem de nasıl istiyorum! bir toz tanesi kadar kıymeti olmayan ruhumun bu lânet evrenden tekrar doğmamak üzere silinip gitmesini... her şeyden çok istiyorum!"

yankılanan sesi; bütünü ile kulakları doldururken lyft'i hüzne boyamış, elfscyne'i hırslandırmıştı. yorgunluğun isyanı, sükunetle süslenen yankı ve bıkkınlığı son bulmayan iki ruh.

soğukkanlılığını dipsiz bir düşünce yumağının tek solukta dile getirilmesine karşın bozmayan genç, elfscyne'in elflerinin kucaklaşmasını bahşetmek istedi kendinden farkı olmayan çocuğa. bıkkınlığını söküp almak istedi, kendisi âlâsı ile boğuşurken. tazecik yetişen bir sanatçının coşkusunu görmek istedi onun üzerinde. "yakışırdı, en çok ona yakışırdı," havayla karıştırdı fısıltısını.

"istiyor musun?"

"istiyorum," kademe kademe kısıldı yüzüyle tezat oluşturan yumuşak sesi.

korku. sezinlediği tek şey korkuydu kestane saçları buket gibi olan çocuğun. kendisi neden vazgeçmişti peki birden? neydi onu bütünüyle geri çeken? bunu bir tür aptallık olarak nitelendirmesi miydi nedeni yoksa hemen önündeki, turner'ın kendinden bir dokunuş bıraktığını çağrıştıran görüntüyü sonsuza dek izleme isteği miydi? içinde tüm bu dönüp dolaşanlar yalnızca düşünce kuyusunu derinleştirmeye yaradı, cevabı bulmasına değil.

taedium vitae, yujae Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin