yirmi iki; en sevdiğim renk

9K 1.2K 788
                                    

(♡)

kafayı yemek üzereydim, gerçekten. tüm gün boyunca minho'nun delici bakışlarından ve kendisinden kaçmaya çalışmıştım. beni öpmesini istiyordum, gider ayak sikmesini falan değil. dün gece attığı mesaja da hiçbir şey diyemiyorum yani, edepsiz midir nedir bu çocuk.

telefonumun kaplığıyla oynayarak bunları düşünürken bizimkilerin ani kahkahasıyla gerçekliğe döndüm, yine seungmin'in komik olmak için söylemediği ama istemsizce komik olan bir esprisine gülüyorlardı sanırım.

kantindeydik, changbin yine uyuyordu. artık uyanık olduğu zaman dilimi uyuduğu zamandan daha kısaydı. arada bir dediklerimize gülüyor, ardından tekrar kafasını masaya koyuyordu.

"sonra ben de bu karıncaya dedim ki, ulan siktir git şuradan! iyi demiş miyim beyler?"

hyunjin'in heyecanlı bir şekilde konuşarak sorduğu soruya minik bir kahkaha attım. belki de gerginliğimin göstergesiydi bu kahkaha, çünkü giriş kapısından hızlı adımlarıyla bize doğru gelen minho beni germek dışında başka bir şey yapmıyordu.

"jisung."

tepemizde dikilen ve bana seslenen minho'yu arkadaşlarımla birlikte kantindeki herkes süzerken birkaç fısıltı duymaya başlamıştım bile. hep bunu yapıyordu, insanların benim hakkımda ne düşüneceğini önemsemeden yanıma yaklaşıp duruyordu işte.

boğazımı küçük bir öksürük ile temizleyip "efendim." dedim kafamı ona doğru kaldırmadan. gözlerim, masanın üzerinde birbiriyle oynayan ellerim dışında hiçbir yere bakmıyordu.

"işim var seninle, gel."

aniden bileğimi tutmasıyla vücudum kasılırken gözlerimi büyüttüm istemsizce, changbin de uykusundan uyanıp ayaklandı ve bağırmaya başladı hemen. "bırak lan çocuğu!" geri zekalı önünü bile göremiyordu şu an, bağırdığı kişi minho değil hyunjin'di çünkü.

"lan amına koyduğumun salağı, uyumaya devam et sen."

chan'ın dediğini hemen uygulayan changbin, tekrardan yerine oturup kafasını masaya koydu ve ben de bileğimi tutan ele bakmaya devam ettim. oha diye geçirdim içimden bir an, minho'nun eli her zaman bu kadar damarlı mıydı ki?

"geleyim." diye mırıldanıp yüzüne bakmadan ayaklandığımda aynı şekilde jeongin de mırıldandı. "enayi işte..."

duymamazlıktan gelip minho'yu takip etmeye başladım ama birazcık kırılmıştım, minicik. enayi değildim şahsen.

"nereye gidiyoruz?"

soruma cevap vermeyip hâlâ beni bileğimden çekiştiren minho'ya baktım sinirle. "soru sordum lan!"

ani bağırışımla duraksadı ama bedenini bana döndürmedi ve arkası dönük bir şekilde gülmeye başladı. ay yemin ederim psikopat falandı bu, ciddi söylüyorum.

"dün söylediğim şeyde ciddiydim jisung," hızla üzerime doğru yürüyüp beni duvarla arasına aldı, vücutlarımız birbirine fazlasıyla temas ederken sırıttı ve cümlesine devam etti. "sana bakan herkesin şaşırmasını sağlayacağım."

zemin katın bir alt katında, koridordayken fısıldayarak söylemişti bana bunları. bu katın ışıklandırılması da her zaman bok gibiydi zaten, sürekli yanıp sönen beyaz ışıkların altında ve etrafta kimse yokken; ben duvara yaslanmış, o da üstüme baskısını uygulamış bir şekilde duruyorduk.

fakat bu hiçbir şey yapmadan öylece durmamız fazlasıyla kısa sürdü, minho iki eliyle belimi kavrayıp beni istediği yere yönlendirirken adımlarım bir robot gibi anlayabiliyordu nereye gitmek istediğini.

poor or rich ✓Where stories live. Discover now