otuz bir; gereksiz (kesinlikle gerekli) kemer

8.5K 1K 1K
                                    

yarım saattır bolumun sayısına guldugum ıcın yazmaya bı turlu baslayamadım allah belamı versın

neyse sokussuz smut yazdım cokuzgunum rahatsız olanlar okumadan oy versın bu bolume. bakın versın ama. baybay

-

heyecanlıydım, ellerim sürekli titriyordu ve önünde dikildiğim kapıya zor bela yumruğumu götürüp vurmayı başardığımda kendimle resmen gurur duydum.

ikinci tıklatmam ile açılan ev kapısının ardındaki güler yüzlü kadına en güzel gülümsememi sundum ve beni içeriye davet etmesini bekledim sessizce.

"buyur oğlum gel, jisung yukarıda seni bekliyor."

dış kapıyı ardımda bıraktığımda utangaçlığımdan ötürü eğdiğim başım sayesinde kenardaki ayakkabıları gördüm. tabii ya, diye geçirdim içimden. bu insanlar bizim gibi evinde pis ayakkabıları ile gezmiyordu herhalde.

bozuntuya vermeden spor ayakkabımı usulca çıkarmaya başladım, o sırada da yukarıdan gelen gürültüye jisung'un annesi söylenmeye başladı.

"heyecandan kafayı yedi çocuk, hayır ben anlamıyorum siz ne zamandan beri arkadaşsınız böyle?"

aldığım soru ile ciddi anlamda donup kalmışken gözlerimi karşımdaki duvardan çekmeden konuşmaya başladım. "bir süredir, diyelim. bir süredir yakın arkadaşız."

söylediğim şeye ben bile anlam verememişken ayaklarımın tam önüne konulan pembe, pofuduk terliklerle bakışmaya başladım. biraz daha olduğum yerde dikilip bu tüy yumağı şeylere bakmaya devam edersem ortam tuhaflaşır diye düşünüp birini ayağıma geçirirken tekrardan karşımda konuşmaya başlayan kadına çevirdim bakışlarımı.

"jisung'un kardeşi evde yok, arkadaşına gitti. babası da kim bilir ne zaman gelir eve. yani rahatınıza bakın olur mu? açsan söyle, gerçi saat geç ama mideni bu konuda önemsemiyorsan pratik bir şeyler yaparım sana."

aç değildim bu yüzden kafamı reddeder bir şekilde salladım. "çok teşekkürler ama yiyip geldim ben, yukarıya çıkayım en iyisi."

tüm samimiyetimle kurduğum cümleme bir onay beklerken dışarıdan gelen gürültülü sesler ile kafamı dış kapıya çevirdim. ne denildiği pek anlaşılmasa da birkaç kelimeyi duymayı başarabilmiştim.

"sokabilirsin... jisung güven... neye olacak... sikine tabii ki..."

birleştirsem bile ortaya anlamlı şeyler çıkmayan bu sözlerden çok duyduğum sesin sahibine gülmek istedim o an. büyük ihtimalle bu jeongin'di ve inanılmaz gür bir sesle dile getiriyordu cümlelerini.

jisung'un annesi hiçbir şey duymadığını belli eder bir şekilde mutfağa giderken ben de gülmeden yukarıya çıkmaya başladım. tahta merdivenlerin çıkardığı gıcırtılı ses kulaklarımı tırmalarken ikişer ikişer çıktım basamakları ve jisung'un odası olduğunu fazlasıyla belli eden yerin kapısının önünde durdum biraz. içeriden gelen seslere kahkaha atmamak için resmen elimi ağzıma bastırıyordum.

"jeongin 'sokuş' adlı şiirin kimsenin umurunda değil lan, gitsene evimin önünden manyak herif!"

kapı koluna sessiz bir şekilde baskı uygulayıp içeriye girdiğimde beni fark etmeyen, odasındaki balkondan aşağıya kolunu sallayarak bağırmaya devam eden sevgilimi izledim birkaç dakika boyunca.

acele bir şekilde toplanmaya çalışılmış odanın köşesindeki yatağa oturdum sessizce ve bağırmasını bitiren jisung'un içeriye girmesini bekledim.

"gerçekten salak bu çocuk ya, minho'dan önce ona sokacağ-"

beni görünce cümlesini bitirmeden sustu, daha doğrusu onun yerine minik bir çığlık attı ve korkuyla kendini geriye attı. bu haline kahkaha atmamak için zor tutuyordum resmen kendimi. yanaklarım şiş bir şekilde gülümserken sakinleşmesini bekledim ve sırtımı yatak başlığına yasladım usulca.

poor or rich ✓Where stories live. Discover now