UÇUŞAN KARTLAR...

51.4K 2.1K 39
                                    

Arabanın kapısını açtığım da yüzü kızararak içeriye geçip oturdu. Hızlıca yanından geçip direksiyonun başına oturduğumda emniyet kemerini takmak için hareket etti.

''Müsaade et ben yapıyım.'' Dedim ve üzerinden uzanıp emniyet kemerini o güzel kokusunu içime çekerek taktım.

''İşte oldu. Şimdi hazırız.'' Dediğimde başını kaldırdı ve kızaran yanaklarıyla gülümseyerek;

-Evet. Dedi...

Bu mevsimde bile tertemiz havası ve eşsiz manzarasıyla İzmit'in Maşukiye köyünde, kocaman tabelasıyla köy kahvaltısı yazan bir mekanın önünde durmuştuk. Arabayı fark etmiş olan garson bize doğru yaklaştığında camı açtım.

''Buyurun efendim çok güzel kahvaltımız var, inanın burada yaptığınız kahvaltıyı unutamayacaksınız.'' Dedi. Adama gülümseyip sözüne güvenerek aracı park ettim ve Damla'ya;

''Dışarısı soğuk içerisinin de nasıl olduğunu bilmiyorum, o yüzden... Torpidoyu açarak siyah beremi çıkartıp ona uzattım;

''...Bunu giymeni istiyorum.''

''Bunu da takıyım tam olsun.''

''Ne tam olsun.''

''Sence de beni sokaktan toplayarak getirmişsin gibi durmuyor muyum, bir tek elimde çanağım eksik?''

''Bunun cevabını yarım saat öncesine kadar vermiştim ama ister...''

''TAMAM! Ver takacağım.''

Onu kızdırmak ne kadar hoşuma gidiyorsa kesinlikle utandırmakta bir o kadar hoşuma gitmeye başlamıştı.

Siyah bereyi, dağınık toplanmış saçlarını açmadan kafasına geçirdi. Bere gözlerine kadar inmişti. Hafif geriye doğru çekip gözlerini açtı ve yanaklarını şişirerek arabadan indi. Bende hemen arkasından inmiş yanındaki yerimi almıştım. Bere iki adımda bir gözlerini kapıyordu. Kapıya yaklaştığımızda onu durdurarak, ellerimle beresinin önünü bir kez kıvırdım.

''İşte şimdi düşmez.'' Dedim gülümseyerek. Oda şişirdiği yanaklarını indirerek dışarıya bir nefes verdi.

İçeri girdiğimiz de garson yanımıza gelip şaşkınca Damla'yı incelemeye başladı. Ben sinirlenmeye başlamıştım ki Damla;

''Tamam biliyorum kıyafetlerim! Ama eğer incelemen bittiyse yerimizi gösterir misin?'' Dedi gülümseyerek.

Şimdi yirmili yaşlarında ki garson çocukta özür dileyip, gülümseyerek; göl manzarasının eşsiz güzelliğine bakan büyük pencerelerin köşesinde bulunan tahta masaya kadar eşlik etti bize. İçerisi gerçekten köy evini andırıyordu. Yere kilimler serilmiş. Duvarlarına eski tip resimler asılmış, küçük sehpalarda bulunan bakırdan çanak çömlekleri ve ortaya koyulmuş burayı ısıtan kuzinesiyle gerçekten güzeldi. Böyle doğanın güzelliği ile çevrelenmiş yerleri özlemiştim, İstanbul'a döndüğümde de Ağva'da bulunan çiftliğe hiç gidememiştim. Bir gün Damla'yı oraya götürmeliydim, kesinlikle bayılacaktı... Düşüncelerimden Damla'nın kolumu sıkmasıyla zorla da olsa ayrılabildim;

''Ne oldu?''

''Sipariş için bekliyor.''

''AH! Affedersin. Serpme köy kahvaltısı istiyoruz iki kişilik.''

''Yanına ekstra bir şey ister misiniz?''

''Hayır!'' Diyen Damla'ydı.

''Evet evet ne varsa getir sen.'' Dedim gülümseyerek. Çocuk yanımızdan ayrıldığında Damla;

''Eğer getirdiklerinin hepsini yiyemezsen boğazından aşağı ittiririm bilmiş ol.''

''Emin ol aynısı senin için de geçerli.'' Diye meydan okuduğum da gülmeye başladı.

SANA DOĞRUWhere stories live. Discover now