•10•

272 37 104
                                    

Biraz isyan ettikten sonra bunun bir anlamı olmadığının farkına vardın ve evle biraz daha ilgilenmeye karar verdin.

Biraz toz aldın, yerleri sildin, tekrar toz aldın ve iki-üç gün önce topladığın meyveleri tekrar yıkayıp bir tabak hazırladın. Sonra ona öğle yemeği niyetine başka şeyler de hazırladın.

Ardından sabah kaynattığın zencefille ıhlamuru ısıtıp bir fincan daha içtin. Gün boyunca hiç miden bulanmamıştı, boğaz ağrın da azalmıştı.

"Yavaş yavaş iyileşiyorum..." diye mırıldanırken iki defa öksürdün.

"Hay çenemi ya!" dedin ve boğazını temizleyip fincanı yıkamaya koyuldun.

Ondan sonra dışarıda oturmaya karar verdin çünkü güneş evi yakıp kavuruyordu. Sofrayı kurdun çünkü saat 2 buçuk olmuştu. Yukarı çıktın, ince ve seni yakmayacak şeyler giydin, ardından aşağı inip dışarı çıktın.

Dışarıda hava daha iyi sayılırdı. Bir tane bile bulut yoktu. Hafif meltemler hissettirmeden esiyordu. Yağmurun etkisiyle parçalanıp kopan ağaç dalları bir kenara yığılmıştı. Meyve ve sebzeler dallarında parıldıyordu.

Dere kenarına oturdun. Deredeki su serin ve berraktı. O kadar berraktı ki küçük su dalgalarının gölgesi derenin dibindeki taşlara ve kumlara yansıyordu. Su güneş kadar parlak, gökyüzü kadar maviydi.

Dibindeki taşlar da onun gözleri kadar griydi.

Rüyanı hatırladıkça başını eğiyor ve deredeki kızarmış yansımanla göz göze geliyordun. Ama asla gerçekleşmeyecek bir rüya olduğu düşüncesi seni kendine getiriyordu.

Senin hakkında ne düşündüğünü bile doğru dürüst bilmezken elini tutabilmesi sana göre imkansızdı. Hele de annenin hadsiz bir kıza kendini tokatlatması da diğeri kadar imkansızdı.

Erkek kardeşin daha 19'una girmemişti ve halihazırda hoşlandığını biri yoktu. Üstelik kardeşini iyi tanıyorsan o tür bir kızı kendinden 200 metre uzakta tutardı.

Ayrıca oldukça çirkin olduğun kanısındaydın- eğer bunu küçük kız kardeşin duysaydı 'hayır sen tanıdığım en güzel kızsıııın' diye bağırarak boynuna atılırdı-.

Bu yüzden kimsenin sana laf atacağını sanmıyordun ya da o kadar şerefsiz bir adamı Japon İmparatorluğu'nun huzuruna çıkaracaklarını düşünmüyordun.

Zaten çoğunlukla rüyaların çıkmazdı.

O sırada ormanın içinden sesler geldi. Sanki biri eve yaklaşıyormuş gibi dallar hışırdamaya başladı. Rüzgar da sanki gelen kişiyi karşılarmışçasına hızlandı.

Vücudunu bir titreme ve endişe kapladı. Oturduğun dere kenarından kalkamadın bile. Üstelik silahın da yoktu. Eğer gelen bir yabancıysa evi ve kendini koruyamazdın.

Neyse ki gelen kişi yabancı değildi.

Japon İmparatorluğu ağaçların arasından çıktı ve avluda göründü. Saçları açılmıştı, tokası bileğindeydi. Yüzünden akan ter damlalarını elinin tersiyle sildi. Bıçaklarla dolu çantası diğer elindeydi, katanası da belindeydi.

"Sanırım bu şimdiye kadarki en uzunuydu." dedi kendi kendine dereye yaklaşırken. "Aralıksız 8 saat..."

Hemen ayağa fırladın ve onu eğilerek selamladın. Sana iyice yaklaştığında elindeki torbayı ve katanasını eline tutuşturdu.

"Kan lekelerini temizle, elini kesersen seni mahvederim. Sonra da bir kova getir, banyom için biraz su al- ısıtmana gerek yok."

"E-efendim ben... ne olur ne olmaz su almıştım." dedin çekinerek.

J₳₱Ø₦ ł₥₱₳Ɽ₳₮ØⱤⱠɄğɄ x ⱤɆ₳ĐɆⱤWhere stories live. Discover now