三十四 : mouth of the devil*

374 58 21
                                    



lee hyuck's phone

14:11

now playing;
"mouth of the devil" by mother mother

•••
In the days when they were nights
I would burn just like a firefly
Out of touch, and out of sight
I was wrong, but I was doing it right
•••

"bak evlat, alışma sürecine ihtiyacının olduğunun farkındayız, ama oraya alışır alışmaz gidip kendine bir iş bulmalısın, sonsuza kadar annenle birlikte sana maddi anlamda yardım edemeyiz, manevi olarak her zaman yanındayız ama."

havaalanına girdiğimiz andan beri babamın konuşmasını dinliyor, derin nefesler alıp vererek baş sallayıp onu onaylıyordum yalnızca, şu anda işe girip para kazanmak en küçük sorunum bile değildi.

"anladım baba, fransızcamı üniversitenin yakınlarındaki kafelerde garsonluk için başvuru falan veririm, oldu mu?"

babam beni onaylarcasına küçük bir mırıltı çıkardığında rahatlamışçasına bir nefes verdim, birazdan uçağa binecek ve dünyanın diğer ucuna gidecektim, kore'de yaptığım son konuşmanın babamla iş ve para hakkında yaptığımız bir konuşma olmasını istemiyordum.

babamdan uzaklaşarak biraz arkaya doğru adımladım, havaalanına yalnızca annem ve babamla geldiğimi düşünüyorsanız yanılıyordunuz.

zira jaemin utanmasaydı ilkokul öğretmenimizi bile çağırabilirdi buraya.

muhtemelen bunu yapmayı utanmadan düşünmüş bile olabilirdi, onu tutan tek şey kadının numarasını falan bulamamasıydı.

"ron'u bile getirdiğinize inanamıyorum."

hafifçe gülerek jeno'nun elindeki kedi kutusuna uzanan ron'a dönerek onu sevmek için bir hamlede bulundum, o ise elimi kaldırmamla birlikte bana sertçe tıslamıştı.

"oğlumu adamdan saymıyor musun sen?"

uzunca bir süre duraksayarak ve ne diyeceğimi bilemeyerek arabella'ya baktım, kedilerine yanlış bir şey denilse o insanı canlı canlı doğrayıp yakabilecek bir kadındı, beni bile.

durumu toparlamaya çalıştım hemen.

"o anlamda demedim arabella'm. şey anlamında dedim yani-"

"dalga geçiyorum gerizekalı çocuk."

hiçbir şey olmamış gibi bastonuyla birlikte yürümeye devam etmesiyle rahatlamaya çalışarak güldüm.

lakin hiç rahat değildim, hiç.

havaalanına girdiğimden beri midemdeki garip histen kurtulamıyordum ve sanki her an yere kusacak gibiydim, bu hissin heyecan olmadığının da farkındaydım. belki korku?

birazdan değer verdiğim herkesten vedalaşma korkusu olabilirdi.

küçüklüğümden beri vedalar en sevmediğim şeydi, annemin eskiden, yani babamla evlenmeden önce büyük bir şehirde yaşadığını hatırlıyordum, tüm ailesi, arkadaşları ve akrabaları da oradaydı. babamla evlendikten sonra küçük kasabamıza taşınmak zorunda kalmış, tüm ailesini arkasında bırakmıştı. yazları genelde orada kalıyor, zaman geçiriyorduk. lakin ayrılma ve vedalaşma vakti geldiğinde annemin annesine sarılarak ağlayarak gitmek istemediğini, burada onun yanında kalmak istediğini duyuyordum. küçük donghyuck o zamanlar masanın altına girerek kulaklarını kapatır ve vedalaşma vakti bitene kadar saklanırdı.

deep end freestyle Where stories live. Discover now