1. Bölüm

619 11 4
                                    

"Bu araştırma yazı dizisi, Yavuz Hakan Tok tarafından oluşturulmuş ve Ağustos 2012'de kişisel bloğunda yayınlamıştır. Tok, iki yıl sonra ise yazı dizisinin gördüğü ilgi üzerine araştırmalarını Eylül 2014'te Alfa Kitap'tan çıkan "Acıların Kadını Bergen" biyografik romanıyla sonuçlandırmıştır."

"DELİ GİBİ AŞIKTIM, BIRAKAMIYORDUM..."

Bazı hikâyeleri yazmak zordur. Ne yazsanız eksik kalacak, parçalar bir türlü yerine oturup bir bütüne ulaşamayacaktır; daha kalemi elinize aldığınız ilk anda anlamışsınızdır bunu. Hayal gücünüzden katacağınız hiçbir şey yoktur çünkü o hikâyeye. Yaşanmıştır, gerçektir. Ve kahramanı çoktan ölmüş, onun hayatına tanıklık edenlerse bir daha konuşmamak üzere susmuş ya da susturulmuştur.

Bergen'in hikâyesi böyle bir hikâye. Çok dramatik, çok acı, çok çelişkili, çok sırlı, çok bilinmeyenli bir denklem. Henüz 30 yaşına yeni girmişken, sırtına sıkılan altı kurşunla hayata veda eden, şöhretinin zirvesinde bir şarkıcının, "acıların kadını"nın ya da sadece bu ülkede doğmuş sıradan bir kadının hikâyesi...

Başını değil belki ama sonunu iyi biliyoruz: "Acıların kadını boşandığı kocası tarafından öldürüldü!" O günlerde gazetelerin birinci sayfalarına çıkan haberlere Bergen'in vurulduğu yerde yüzükoyun kanlar içinde yatarken çekilmiş resimleri de eşlik etmişti. Neyse ki daha ölünün bedeni soğumadan "su testisi su yolunda kırılır"ı yapıştıracak kadar kötü kalpli (hatta kalpsiz) ve zalim değildik o zamanlar. Sade vatandaşından gazetecisine hepimiz üzüldük. Canımız acıdı.

Aslında ne ilk ne de sondu

Rất tiếc! Hình ảnh này không tuân theo hướng dẫn nội dung. Để tiếp tục đăng tải, vui lòng xóa hoặc tải lên một hình ảnh khác.

Aslında ne ilk ne de sondu. Bu ülkede yıllar yılı bazı erkekler bazı kadınların hayatına ipotek koyuyor, kafası bozulduğu bir anda da o ipoteği sonsuza kadar kaldırıyordu. Bergen olayı bugün yaşansa Bergen yine ölürdü. Bu bir Tanrı yazgısı değil, insan elinden çıkma alın yazısıydı. Gazetelerin üçüncü sayfaları her gün bu kirli alın yazısının kurbanlarını ağırlar, bir hayatın yok edilişi iki satır bir fotoğrafa bakardı. Bu kez bir tek fark vardı. Bergen ünlüydü. Gazeteler, kurbanın kanlar içindeki fotoğraflarına bu defa üçüncü sayfalarını değil, birinci sayfalarını açmışlardı.

1986 yılında yer gök "Acıların Kadını"yla çınlarken, sırf merakımdan aldığım o kasetle tanıdım Bergen'i. Sonra "Acıların Kadını"ndan bir yıl önce piyasaya çıkarılmış "İnsan Severse" kasetini de buldum. "Acıların Kadını" plak olarak da yayımlanmıştı aslına bakarsanız ama kısıtlı öğrenci bütçesiyle arabesk albümlerin plak baskılarına üç katı para vermeyi gereksiz buluyordum o günlerde. Arabesk yoz müzikti. Bize öyle söylemişlerdi ve "kaliteli" müzik dinleyicileri olarak ne olsa mesafeliydik arabeske.

Gelin görün ki çok etkilenmiştim Bergen'den. Kapak fotoğraflarında tam da seksenli yıllar modeli kabarık saçlarıyla tek gözü kapatılmış, açıkta kalan diğer gözüne ise sanki özellikle fazla makyaj yapılmış, fotoğrafı delip geçen bakışına acı oturmuş bu gizemli kadının görüntüsü kadar sesi de can yakıcıydı. O meşhur şarkıyı ondan bir süre önce "Acıların çocuğuyum," diye haykıran Küçük Emrah'ın sesi ne kadar çiğ, ne kadar yapay, hatta acıklı olmaktan öte acınasıysa, aynı şarkı Bergen'in sesinde o kadar gerçek, o kadar sahici tınlıyordu. Bütün o bildik arabesk oyunlarına, yerli yersiz gırtlak nağmelerine, şiveli Türkçe telaffuzuna, ağdalı, abartılı şarkı söyleme tekniğine karşın emsallerinde olmayan bir şey vardı onun sesinde. Onun söylediği arabesk değildi. Bergen arabeskin ta kendisiydi.


Bergenin Hayatı - Gerçekten İbretlik bir AşkNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ