85~

54 1 0
                                    

...

Sultan Süleyman birden bana doğru dönüyor.

"Kanuni."

"Hm?"

"Bana Kanuni Sultan Süleyman diyorlar. Bu lakab... benim kullandığım ya da hatırladığım bir lakab değil."

"Sizlerden üç asır sonra bir yazar zatınıza bu ünvanı kullandı ve şu anda tüm dünya tarafından özellikle de doğu tarafında böyle biliniyorsunuz."

"Diğer ünvanlarımın yanında çok bir şey değil ama yine de bu kadar meşhur olduysa..."

Sessizlik geri geliyor, Süleyman Han camdan dışarıdaki şehri izlemek konusunda pek bir hevesli.

Viyana...garip bir kekremsilik veriyor bana. Bir metropolle Orta Çağ Avrupası köyü bir aradaymış gibi. Doku yer yer değişik.

Her yerde sanatsı tarihi yapılar var. Daha kenarlarda da modern yapılar var. Biz ise şehrin dışlarına doğru çıkıyoruz.

Oldukça yabancı ve düşmancıl hissettiriyor.

Bir süre sonra sergi öncesi hazırlıklarını görebildiğimiz ama aile müzesi olarak hizmet veren iki katlı geniş, krem renkli köşke varıyoruz.

Biletleri alıp içeri girdiğimizde elimize aldığım klavuzu inceliyorum. Süleyman Han da bir not defteri bulmuş halde, cebinden kalem çıkartıyor.

"Bu içten mürekkepli kalemler de bir acaip ama sevdim, kullanışlılar." diye mırıldanıyor.

"Nelere dikkat etmeliyiz?" diyorum koridorları adımlarken.

"Herhangi bir giriş-çıkış. Pencere ve kapıların konumları. Odaların yerleri ve eğer varsa gizli geçitler."

"Anladım."

Yağlı boya tablolarıyla kaplı duvarları inceleyerek ilerliyoruz. Kameraları farkediyorum.

"Gözlemci makineler." diyerek kameraları işaret ediyorum; "Bana kalırsa yarın bunları kapatacaklar gibi."

"Aslında...biraz uçuk olabilir ama bir fikrim var. Eğer bu gözcü makinelerin kayıtlarını bulabilirsek, bu şeytani toplantıyı tüm aleme ifşa edebiliriz."

"Uçuk değil ama tehlikeli." diyor Sultan Süleyman.

"Ben nasıl rahmani olmayan bir şeyi hissediyorsam muhtemelen o gecenin düzenleyicileri de rahmani olabilecek bir şeyi sezebileceklerdir.

Ben gözlerinin önünde kalmalıyım ama sanırım senden şüphelenmezler."

"Neticede kadınlara çok ta önem vermiyorlar." diyorum. "Evet mantıklı."

"Sonra dışarıyı da inceleyeceğiz. Balkonları ve sınır çitlerini görmeliyim."

"Hıhım."

Adımlarımız zeminde yankılanıyor, burası oldukça ıssız. Arkamızdan yeni gelmiş bir çift daha görünüyor ama onlar her şeye hızlıca bakıp bir iki resim çekinerek ayrılıyorlar.

"Yarınki serginin başlığı 'Koruyucu Ve Şefkatli Şeytan' mış, şaşırtmadı."

"Hem de hiç şaşırtmadı." diyor ağzının içinde Süleyman Han.

Oooofffff o hali ve tüm karizmasıyla o kadarrr çekici ve havalı ki yerleri paspaslicim~!

Siyahlar içinde gayet asil ve yüce benliğiyle ve en çok ta açıktaki saçlarıyla dehhşett resmen. İstemsizce titrememi durduramıyorum.

Bir an elimi yüzüme yaslayıp hayran bir iç çekiyorum sonra da hemen telefonuma sarılıp bir fotoğrafını alıyorum, ah harika~!

Süleyman Han, Süleyman Han, Süleyman Han~!

Beni azametinle ezip paramparça etmeni ve ayağının altına sermeni çok istiyorum CİDDEN BAS ÜSTÜME N'OLURR YALVARIRI~

öhm...

Başımı iki yana çalkalayıp daha nerelere nerelere gidebilecek bu sesi susturuyorum.

Not tutarken çok tatlı görünüyor, tıkır tıkır karalıyor adeta.

Bu arada köşkün alt katını bitirdik. Yukarıya çıkılabiliyor mu? Ehm...sanırım hayır.

"Efendimiz zatınızın gözlem yeteneğinin çok daha iyi olduğu tartışmasız bu yüzden kameranın açısını kapatacağım ve yukarı çıkabilirsiniz, olur mu?"

"Anlaştık." dediği gibi merdivenlerin başına geçiyor Süleyman Han, ve ben kameranın tam önüne geldiğimde hızlı ve sessiz adımlarla uyarı tabelasını aşıp yukarı çıkıyor.

Heh, kolaydı.

Şimdi Süleyman Han'ı emniyette tutmam lazım bu yüzden buralarda dolanacağım.

...

Bir süre sonra Süleyman Han merdivenlerin üst başında bana 'burası tamam' anlamında bir işaret yapıyor ama birden temizlik personeli geldiğinde dizlerini kırıp saklanıyor.

Temizlik personeli bana garip garip bakıyor ama sonra yer paspası aracını çekerek ortadan kayboluyor.

Ben kamerayı geri kapatıyorum ve Sultan Süleyman dikkatle aşağıya iniyor.

"Nasıl geçti?" diyorum.

"Sandığımdan daha iyi. Bahçeyle bağlantısı olan bir kaçış tüneli buldum."

"Woah, işte bu harika. Dışarıya mı çıkıyoruz?"

"Hıhım."

Köşkten çıktığımızda figürlü heykel çeşmeleri ve düzgün kesilmiş çimleri olan güzel bir bahçeyle karşılaşıyoruz. Süleyman Han beni köşkün arka cephesine yönlendirip kule gibi olan eklemedeki duvarın kesiğini gösteriyor.

"Bak buradan çıkışı."

"Bunu bulduğunuz iyi oldu efendim. Şimdi bir de bahçeden çıkış var mı ona odaklanalım."

Süleyman Han'ın notlarına bakmaya çalışıyorum, çabamı fark edip hafifçe bana gösteriyor.

"Okuyabiliyor musun?"

"...ehm...dersini veremedim ben bu yazı türünün." deyio rahatsız bir halde gülüyorum. Aaaah paleografya ah!

"Ama şey ehm...hoşuma gitti."

"Notlarım mı?"

"Yazı şeklinizi görmek mutlu etti beni." diyorum ama bana bakışını görünce biraz utanıp başımı eğiyorum. Notların fotoğrafını çektiğimde incelememize devam ediyoruz.

Toplantıyla alakalı içimds tatsız hisler var...

Osmanlı'dan Gelen 'Muhteşem' MisafirWhere stories live. Discover now