10. Cüzdanı Olmayan Çocuk

19 2 0
                                    

NICO (geçmiş)

Yüksek kulenin manzaraya bakmak için oluşturulmuş gözetleme kısmında dikilmiş, sonradan yerleştirilmiş dürbünle aşağıyı izliyordum. İlk bakışta sahilde dondurma yiyerek yürüyen, hediyelik eşya dükkanlarına girip çıkan, kaleyi yanındakilere göstererek yukarı çıkmayı teklif eden turistler dışında bir şey görmek zordu. Sonra kıyıya yakın ilerleyen gemileri, kayıklarının etrafında işleriyle ilgilenen balıkçıları fark ettim. Bir de tiyatro topluluğu vardı. Antik Yunan temsili için giyinmiş, birlikte sahneye çıkacakları alana doğru aceleyle ilerliyorlardı.

Bulunduğum yer o kadar güzeldi ki, kıpırdamak istemiyordum. Zaten sıcak olan havaya ek olarak güneş tam üstümdeydi. Bunalmak yerine denizden gelen serinlik hissi ve yerden yaklaşık elli metre yukarda olmanın verdiği ferahlıkla huzur buluyordum. Yapacak hiçbir şeyim yoktu. Bu fazla yaşadığım bir şey değildi. O yüzden keyfini çıkarmaya çalıştım.

Birkaç dakika sonra benim yaşlarımda bir oğlan aceleci ve şüpheli bir tavırla görüş açıma girdi.

Uzun boylu ve oldukça zayıftı. Benim kadar olmasa da soluk gözüküyordu. Ona oldukça büyük gelen, kirlenmiş beyaz bir tişört ve siyah beyaz çizgili bir tayt giyiyordu. Siyah kısa saçları yataktan yeni kalkmış gibi yamuk duruyordu. Endişeli gözlerle arkasına dönüp bakmaktan yürüme hızı kesiliyordu. Belki de yamuk durduğu için de yavaşlıyordu. Sol tarafına doğru hamle yapmış bir şekilde yürüyordu çünkü. O etrafa bakınırken, sol elinde tuttuğu ve sağ koluyla gizlemeye çalıştığı şeyi gördüm. Parlak, bronz bir hançer tutuyordu elinde. İşte bu, huzurlu yerimden ayrılmama neden olacak kadar ilgimi çekmişti.

Doğal yollarla, yani yürüyerek, gitsem ona asla yetişemezdim. Yerden metrelerce yüksekteydim çünkü. Her ne kadar enerjimi tüketeceğini bilsem de gölge yolculuğu yapmaya mecburdum. Kendimi, yakın mesafelerin o kadar da yorucu olmadığı konusunda ikna etmeye çalışıyordum. Sebebini tam olarak anlamasam da peşine düşmeye karar verdiğim çocuğun tehlikeli olup olmadığını da bilmiyordum. Yorgun düşmek olası bir kavgada işime gelmezdi. Ama içimden bir ses zararsız olduğunu söylüyordu ve buna güvenerek kalenin gizli taş odalarından birine girdim.

Gölgelerin etrafımda toplandığını, yüksek bir hız elde ettiğini canlandırdım. Aşağıda, çocuğun konumuna yakın, küçük bir park olduğunu hatırladım. Kendimi o noktaya yönlendirirken az da olsa midem bulandı ve kendimi bitkin hissettim. Saat en fazla öğleden sonra ikiydi. Bu da beni zora sokuyordu ama önemi yoktu. Kendimi, yapraklarla tamamen örtülü yüzlerce dalı olan ağacın altında bulduğumda şüpheli çocuk çoktan uzaklaşmıştı.

Hızlı adımlarla ona doğru ilerlerken birden yaptığım şeyin ne kadar saçma olduğunu fark ettim. Onun yanına gidecektim ve sonra? Ne diyecektim? Ya da neden bir şey demek zorunda hissediyordum kendimi? Bu sorulara cevap bulamamak adımlarımı yavaşlattı ve bir süre sonra da tamamen durdurdu. Ne beklediğimi bilmiyordum ama tam geri dönmeye karar vermişken aklım başıma geldi. Onu ilginç bulmuştum çünkü çok yalnızdım. Evet. Hannah bir süre önce ailevi bir konuyla ilgilenmek üzere gitmişti. Yani buraya geldiğimden beri yalnızdım.

Ölümlülerle kurduğum ilişkilerse pek verimli olmadı, bu yüzden bir süre sonra denemeyi bıraktım. Tanıdığım melezlerse yaşadığımdan habersizdi ve öyle kalmalarını istiyordum. Kendimi bir şekilde sosyalleşmem gerektiğine ikna edip hemen geri döndüm. Hızlı adımlarla ona yaklaşırken ne kadar salak görünüyor olabileceğimi düşündüm ama aldırış etmemeye çalıştım. Sonuçta kendimi daha fazla cezalandıramazdım. Benim de çeşitli insanlarla iletişim kurmam ve bir şekilde olanları unutmam gerekiyordu.

Çocuk bir kere daha kaygıyla arkasına döndüğünde aramızda çoktan üç dört metre mesafe kalmıştı. Ona doğru yaklaştığımı görünce beti benzi attı ve birden koşmaya başladı. Bir an ne olduğunu anlayamasam da, kendime düşünmek için fırsat vermeden ben de peşinden koşmaya başladım. Hareket etmeyi çok sevdiğimi söyleyemem. Her ne kadar melezlerde hiperaktivite bozukluğu görülmesi oldukça yaygınsa da, ben sakin bir yapıya sahiptim. Uzun süredir bu kadar hızlı hareket etmemiştim.

Çoğu fiziki aktivitede olduğu gibi koşuda da iyi değildim. Ama kovaladığım çocuk benden de kötüydü. Biraz keyfim yerine geldikten sonra dışarıdan ne kadar aptal gözüktüğümüzü düşündüm. Spagettiden yapılmış bacaklarıyla koşan iki sıska genç. Dikkatim dağılmıştı, sokağın köşesinden döndüğünü son anda anca görebilmiştim. Peşinden gittiğimde gülümsemeden edemedim. Çıkmaz sokaktaydık. Kirli beyaz uzun duvarın önünde durmuş bana bakıyordu. Terlemişti ve titriyordu. "Cüzdanım bile yok. Gerçekten." diyebildi biraz soluklandıktan sonra.

Gözlerimi kısarak tepki verebildim. Sanırım beni yankesici sanmıştı. Birden alnına vurdu ve cüzdanı olmadığını Yunanca tekrarladı. Hala tedirgindi ama yavaş yavaş kendine güveni yerine geliyordu. Geldiğimiz yöne doğru bakıyor, sıvışmanın yollarını arıyordu. "Tamam," dedi yine Yunanca. "Benimle gel ne istiyorsan bir yerden bulayım. Olur mu?"

Lafı uzatmadan "Elindeki nedir?" diye sordum.

Ne diyeceğini düşünürken ifadesi panik içindeydi. En sonunda kendinden emin bir şekilde "Ne görüyorsan o." dedi. Sis'in hançeri bana ne şekilde gösterdiğini bilmiyordu. Beni ölümlülerden biri sandığı belliydi. "Bu yeterince açık değil." diye yanıtladım.

Derin bir nefes aldı. "Bir pasta bıçağı bu. Pasta keseceğim de o yüzden yanımda taşıyorum."

"Bu kadar değerli bir hançerle pasta mı keseceksin cidden?"

Bir an afalladı. Ben dik dik ona bakarken, ne diyeceğini düşünüyordu. Açıkçası bu kadar paniklemesini oldukça saçma bulmuştum. Sonuçta haydut olmadığım belliydi ve elinde hançer olan da oydu. Ama nedense sanki yirmi kişi tarafından saldırıya uğramak üzereymiş gibi davranıyordu.

"Yanılıyorsun bu bir bıçak." dediğinde sesi o kadar şüphe doluydu ki Sis'i kandırmayı başaramayacağını kendisi de biliyordu. Yani başarsa bile işe yaramazdı zaten. Ama o bunu bilmiyordu.

Yavaş yavaş ona doğru yürüdüm. Bu onu tedirgin etti ve çaresizce etrafa bakınmaya başladı. Yeterince yaklaştıktan sonra elimi uzattım ve kendimi tanıttım. "Nico di Angelo, Hades'in oğluyum."

Çocuğun yüzünde bir rahatlama ifadesi belirdi ama hemen tekrar panikledi. Hançeri tutmayan eliyle elimi sıktı. "Ryan Rabin, Athena'nın-"

O sırada kendimi tutamadım ve kahkaha attım. O neden güldüğümü anlamamış ve biraz da alınmış bir şekilde bana bakıyordu. Athena'nın çocuklarından birinin bu kadar endişeli, özgüvensiz ve ürkek olabileceğini asla hayal bile edemezdim. Annabeth ve kulübesindeki melezler bile bu çocuğa gülerdi.

Birkaç saniye sonra kendime gelebildim. "Kusura bakma. Tanıdığım diğer Athena çocuklarından farklısın."

Tüm stresli panikli ifadesini kenara bıraktı ve gözlerini devirdi. "Şu an berbat bir görevdeyim. Bu salak hançer beni neredeyse Gollum'a dönüştürecek."

Bu hareketlerini, sürekli hançerin çalınmasından kaygılanmasını açıklıyordu. Daha önce böyle bir şeyin varlığından haberdar olmadığım için ilgimi çekti. Hançeri incelemem için bana doğru uzattı ama sıkı sıkı tutuyordu ki elinden almayayım.

"Bunu Athena'ya götürmem gerek. Ama vermek istediğimi sanmıyorum." Somurttu. "Olimpos'a ulaşana kadar kendimden geçmem umarım."

Çok saçma bir durumdaydı gerçekten. Yardım etmek istedim. Böylece kendi düşüncelerimle boğuşmaktan da biraz olsun uzaklaşmış olurdum. "Olimpos'a hızlıca gitmene yardım edebilirim istersen."

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 10, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Back Again |Nico di Angelo|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin