Hayatı boyunca pek çok kişiyle yarışmak zorunda kalmış birinin taşıyabileceğinden çok daha fazla hırsı omuzlarına yüklenmiş olan Çağrı, oturduğu sandalyede geriye doğru yaslandı ve kamuflajının gizlediği siyah saatini ortaya çıkaracak şekilde kollarını öne, masaya doğru uzattı. Saçları olabildiğince kısa, yüzü günaşırı tıraş olmaktan örselenmiş ancak hala yakışıklıydı.
"Seni görmeyi beklemiyordum." Diye konuştu karşısındaki adamı izlerken.
"Bende sizi." Akif'in canı sıkkındı. Üstüyle konuşuyor olmasından ziyade onun bakışlarındaki alay kanını zorluyor, yapmak istemeyeceği şeylerin hayalini zihninde yaşatıyordu. Mesela okkalı bir yumruğu herifin yüzüne oturtsa... Nasıl güzel olurdu!
"Evlenmişsin. Hayırlı olsun."
"Evet. Davetiye gönderdim size. Almadınız sanırım."
"Dikkatimden kaçmış."
Adeta önemsemedim dercesine silkeliyordu omzunu Çağrı. Orada duran yıldızların varlığıyla korunuyor olduğunun bilincinde değildi. İşin aslı davetiyeyi almıştı. Hatta tüm kırgınlıklarına rağmen düğüne katılmak da istemişti ama bir anda ortaya çıkan görev düğün günü de dahil tam bir ayını silip götürmüştü.
"Daha dikkatli davranıyor olmanızı beklerdim."
"Yüzbaşı olmak kolay değil, Akif."
"Tahmin edebiliyorum."
"Neyse. Eşin ne iş yapıyor? Ben evde kalacağın konusunda nettim aslında."
"Öğretmen." Diye geçiştirdi Akif. "Sizi yemeğe davet etmek istedi komutanım. Müsait olursanız,"
"Ayarlamaya çalışırım."
İkisininde ağzını bıçak açmayan beş dakikalık bir zaman zarfı, yanan sobadan çıkan odun çıtırtılarını daha duyulur kılmıştı. Çaylarını yudumlayıp bir birlerine bakmamaya özen göstererek, iki tanıdıktan ziyade, bir ortamda karşılaşmış ve muhabbet etmek zorunda bırakılmış yabancıları oynuyorlardı. Oysa Akif, lise yıllarında bu çocuğun annesinin gönderdiği yemeklerden, ekmeklerden az yememişti. Okulda anlaşamazlardı ama ne zaman birinin başı sıkışsa ötekisi yardıma koşardı. Tabii Akif esmer olanın aksine lazım olursa şiddete başvurma taraftarıydı.
"Elif nasıl?" Diye sorması, aklında canlanan iyi günlere güvenmektendi zaten.
"Bilmiyorum." Dedi arkadaşı dürüst davranarak.
"Ben sizin aranız iyi zannediyordum."
"Sen her şeyi yanlış anlardın oldum olası."
"Ne yani, sevmiyor muydun onu?"
"Sevmiyordum!"
"Hassiktir oradan."
"Sen hassiktir lan asıl! Nereden seviyormuşum?"
"E sevmiyordun ne demeye abilerine dövdürdün bizi Çağrı?"
Çağrı omuzlarını dikleştirerek baktı üsteğmene. Zihni o günün sahneleriyle doluvermiş, atılan yumrukların sancısını yıllar sonra bile kaburgalarında hisseder gibi olmuştu.
"Gelmeseydin yemezdin dayak."
"Gelmeseydim de öldürseler miydi seni?"
İki kişi olmasalar gayet iyi başaçıkabilirlerdi. Harp okulunun en esaslı iki öğrencisi olmak kolay değildi tabii. Gençlerdi, kanları Karadeniz gibi hırçın akıyordu.
"Sanki gelince canımı kurtardın! Sende yedin dayağı. Hayır, herifler tam sakinleşmişti. Ne demeye sopayla vuruyorsun adamın kafasına?"
Kaşlarını çattı Akif ama dayak yediği gerçeğini inkar etmeye de kalkmadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kartal Ve Güvercin | Texting
Short Story"Şimdi ben, Yusuf, tut ki Mısır'a azizim, efendiyim. Boynumdaki künyede hâlâ vasfım yazılı: Züleyha'nın kölesiyim..."