sigaradan [2]

119 16 23
                                    

juyeon'un ne zaman istersem yanına gidebileceğimi söylemesini kibarlığına vurup pek ciddiye almasam da şu an karşımda oturup dudaklarını büzerek defterine incelediği kitap hakkında notlar alıyor oluşu ne kadar da ciddi olduğunu kanıtlar nitelikteydi.

tanışmamız rezaleti üzerinden bir buçuk hafta geçmişti. ilk iki gün biraz çekimser bir şekilde tamamen saygı kalıplarına uyarak ona "selam juyeon, müsaitsen bu aramda yanına uğrayabilir miyim?" tarzında kısa mesajlar gönderiyordum ve o da sadece nerede olduğunu yazarak cevaplıyordu. karşısına oturduğumda ben konuşursam ayak uyduruyor, konuşmazsam defteriyle oyalanmaya devam ediyordu. bazen ona kahve alıyordum ve o da küçük bir teşekkür mırıldanıp hayat hakkında birkaç sohbet açıyordu. üçüncü gün bundan vazgeçtim, sanırım gerçekten yaptığı anlık bir kibarlıktı. hani kapı önünde ilk defa karşılaştığınız komşunuza "ah, bir akşam bize gelin lütfen." demek gibiydi, teklif vardı ama gelişigüzel bir kibarlıktı ve samimiyet kırıntısı içermezdi.

tanışmamızın dördüncü gününün sabahında dersimden dört buçuk saat önce ağzımda aç bir sokak köpeği gibi tuttuğum sandviçimle güç bela ayakkabımı giymeye çalışırken arka cebimdeki telefonum var gücüyle titredi. yıllar önce alışveriş yaptığım ve bir daha yüzüne bile bakmadığım bir sitenin promosyon mesajıdır diyerek telefonumu elime almaya yeltenmedim ve hızlı adımlarla kampüsüme giden otobüse yetişmek için ilerledim. kafamdaki senaryo dersim başlayana kadar kütüphanede birkaç konu çalışmaktı, gerçek şu ki spor bilimlerinde geçirdiğim üç senenin ardından edebiyat hakkında bildiğim tek şey kitap okumaktı. ders çalışmak için kitabı açtığım nadir zamanların çoğunda sınavda o soruları nasıl çözüp de bu fakülteyi kazanabildiğime hayret ediyordum.

derse girmekten vazgeçip kütüphanede geçirdiğim beş saatin sonunda gerçek anlamda beynim burnumdan akarken kendimi kafeteryaya zor attım. şaka yapmıyorum, elimdeki mendili fütursuzca burnumdan akan ve beyin omurilik sıvım olduğuna yemin edebileceğim şelaleyi durdurmak için burnuma doğru tutarken artık yerini ezberlediğim kahveciden bir kahve aldım. bir elimde kahve bir elimde peçetemle göz ucuyla gördüğüm juyeon'un masasına ilerledim.

"dersin yok sanırım?" dedim peçeteden dolayı boğuk sesimle karşısındaki sandalyeye oturup kahvemi masaya bırakırken. önündeki defterden başını kaldırıp bu sefer şeffaf çerçeveli olan gözlüklerinin ardından sorgulayan bir bakış attı yüzüme. masada biri boşalmış iki kahve bardağı vardı.

"şaka yaptığını varsayacağım? senin dersin geç mi bitti?"

"ne? belki dersten kaçmıssındır olamaz mı? ve ben derse girmedim, beş saattir kütüphanedeyim."

boştaki elimle beş yaparken hafif gülümseyerek kurduğum cümle üzerine o da hafifçe gülümsedi. oturduğu sandalyeden kalkıp boşalmış kahve bardağını bir eline defteriyle kalemini de diğer eline aldı.

"mesajlarını ve e-postalarını asla kontrol etmeyen o hayatını düzene sokamamış kişi sensin galiba. bir dahakine istersen dumanla haberleşebiliriz. şimdi derse gitmem gerek, iyi eğlenceler sana."

dedikleriyle kaşlarımı çatarken telefonumu elime aldım ve homurdanarak mesajlarıma girdim. iki banka mesajı, annemden bir mesaj, hyuka'nın attığı yirmi sekiz mesaj, bir reklam mesajı ve juyeon'dan gelen en altta kalmış, muhtemelen ben ayakkabılarımla cebelleşirken atılmış olan bir fotoğraf ve bir mesaj. fotoğrafa tıkladığımda ikinci sınıfların ders çizelgesi görmemle kaşlarım çatıldı. alttaki mesaja indim.

"bu benim ders çizelgem. bütün aralarda tanıştığımız masada oturacağım. gelmek için izin almana veya çekinmene gerek yok. beni rahatsız etmiyorsun. ilk ders aranda görüşürüz, bu sefer kahveler benden."

you broke me first 'taegyuWhere stories live. Discover now