⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
1937Koca bir çan sesi ile uyanıyordum sabaha. Herkesin bu gürültüde, temmuz soğuğunun ortasında, bedenleri titrerken uyandıklarından emin olurken alıyordum kitaplarımı elime.
Hemen bir deniz yanına kurulmuştu, devasa yapıt. Bu yüzden her ay buranın soğuk olması fazla alışılagelmiş bir durumdu. Rüzgâr, fazlasıyla benimsemiş olduğu bu yere her gün uğruyordu. Güneş sıcaklığına şahit olduğumuz günler sayılıydı.
Tabii bu sıralar, dersler yoğundu. Çoğu şeye fırsat olmuyordu.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Dağınık saçlarının neredeyse yastığın tümünü kaplamış olduğu oda arkadaşımın yatağına yaklaştım. Hayır cevabını istemediğini belirttikten sonra, cam kenarını kendisinin sahiplenmek istediğini söylemişti, ilk buraya taşındığı gün. Omuz silkip kabul etmiştim elbette. Pek hoşlandığım söylenemezdi cama yakın yataklardan.Ağır kitaplarım elimde, onları tutmakta apaçık zorlanırken, onun umursamazlığı saçlarımı karıştırmama sebep olmuştu.
Odanın kapısını çarptım.
Gözleri açıldı."Ben gidiyorum, peşimden yetişin."
_
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Dışarı çıkıp kapıyı kapattığımızda, derin bir nefes aldım. Çoğu kişi çanın önünde toplanmıştı bile. Biraz geç kalmıştık ve, fark ettirmeden sıraya geçmek biraz zor olacaktı.Ve hemen çanın yanında, her saniyesinde çıkardığı ses ile kulakları etkisi altına alan devasa bir saat kulesi vardı. İhtişamı her seferinde büyülüyordu bedenimi.
Öğrencilerin orta alanda buluştuğu bahçe, çokça büyük olmasının yanı sıra insanı her seferinde kendine çekmeyi başarıyordu. Bazen ihtişamını kapatan saat kulesi yüzünden sinirlendiği oluyor ve çimenlerini daha gür büyütüyordu. Bir savaş içerisindeydiler.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Merkezinde çan ve saat kulesi olması üzerine kurulmuş yapıtın, her iki tarafından da birleşik bloklar ayrılıyordu. Genellikle sol blokta derslerim olduğundan, sağ bloğun içini tam olarak ezberleyebilmiş değildim. Ve dersin olmadığı sürece girilmesi yasaktı.Neredeyse cennet demeye çekinilmeyecek bu yere girilmesi adına da, iki koca heykelin arasına kurulmuş, devasa ahşap döşemeli bir kapı vardı.
Tabii pek mümkün olmuyordu dışarı çıkmak, üstün başarı göstermediğiniz sürece. Sizden bir şeyler bekleniyordu. En son ne zaman dışarı çıktığımı hatırlamıyordum.
Vaktimi bu alanda geçirmek şimdilik beni deli etmemişti.
Ancak kapının dışarısında sizi bekleyen koca bir deniz vardı. Odamızın camından çok görünmese dahi, dalgalarını her daim öfkeyle salardı.
Gün içerisinde onlarca at arabaları geçer gider ve içlerinden bir sürü kıdemli isimler inerdi. Her biri uzman olduğu alanda ders vermek adına bloklara dağılırdı.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Çok mu geç kaldık, Donghyuck?"
Chenle sormuştu.
Kaşlarımı kaldırdım ve birkaç kitabımı elimden düşürüverdim. Düşüncelere dalmıştım. Çanın önünde dizilen sıraya doğru gitmeye tenezzül bile etmemiş ve şimdi bana geç kalıp kalmadığımızı soruyordu.Onu geride bırakıp koşar adımlarla sıraya girdim. Peşimden geldiğini hissedebiliyordum. Çok saftı.
"Sizi her daim beklemem gerektiğini söylüyorsunuz ve, şimdi de çekip gidiyor musunuz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mektuplardan geriye kalan, markhyuck
Fanfiction"fazla mı hüzünlüydü gözleriniz bana bakmak adına?" "gözlerinizin kahveliğidir beni çekindiren. korkarım ki toprağa, ölüme olan korkumdan... ondan yaşarır gözlerim. toprakların en kuytusunu siz de görmekteyim." ve bir ekim akşamıdır vakit. "biliyor...