so we can start it all over again

302 27 60
                                    

bölüme geçmeden önce burayı okursanız sevinirim

öncelikle, uzun bir aradan sonra merhaba. içinizde -eğer hâlâ varsa tabii- bunu okuyanlar olursa aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra burada olmamın beni ne kadar mutlu ettiğini söylemek isterim. harry, louis, zayn, liam ve niall benim çocukluğum, ergenliğim, yetişkinliğim. birlikte büyüdük, onlarla, one direction ile hayatıma giren bütün güzellikleri düşündüğümde benim için yerleri doldurulamaz. ne geçmişte öyle, ne şuan, ne de gelecekte öyle olacak...

yani buralarda birileri kaldıysa; larry'i, yıllar önceki fandom ortamını, o zaman yazılan ficler'i, beni ya da 2019'da yazdığım one step closer hikâyesini hatırlayan birileri varsa; bu hikâye hepimize.

ilkokuldan üniversiteme kadar bana eşlik eden mükemmel 5 erkeğe ve onlarla hayatıma giren bütün güzelliklere...

*

önbilgiler:
dünyadaki en uzun one-shot falan olabilir. bölümlere ayırsaydım muhtemelen 10 bölümlük bir mini kitap olabilirdi çünkü 16.200 kelime!!!
sadece ruh eşi olan insanların milyonlarca olasılıkta, farklı yer ve zamanlarda, farklı yaşlarda bir araya gelip yeniden tanıştıkları bir dünya. ve harry ile louis ruh eşi.
genelde louis bottom -genelde.
zaman aralıkları kafanızı karıştırmasın diye başlara yazıyorum. biraz okuduktan sonra "woww demek böyleymiş," diyip mindfuck'ınızı sona erdirirsiniz.
(öyle tahmin ediyorum)
bir de tabii... smutlar olacak. önceden bunu çok bekliyorduk (;) hâlâ sevdiğinize eminim (kendimden biliyorum:)
soooo, iyi okumalaaar -tekrar ediyorum eğer hâlâ okuyan birileri olursa diye,,,

*

5. yy sonları 6. yy başları Galler, Britanya

İlk göz göze geldiklerinde, kıyamet kopmuştu.

Tanrı'm, bu ne kadar da klişe bir başlangıçtı. Fakat kader ağlarını örerken "Hey, bu hissettirdiklerinle ilgili daha yaratıcı betimlemeler bulabilir misin?" diyemezdiniz.

İçinde bulundukları şatoya ait bütün mimari öğeler ayaklarının altında kayıyordu. Duvarlardaki krallığın bayrakları, koca taş sütunlar, vitraylı geniş camların kırılışları, hepsi uğuldayan kulaklarında karmaşa hâlindeydi. Ben yaşamıyormuşum ki, diye düşünüyordu. Benim doğduğum gün bugün olmalı. Bütün elçiler ve bilirkişiler ülkede her yıl kutlanan doğum günümü iptal etsin çünkü ben bugün doğdum. Bu benim gökyüzüne baktığım ilk gün. Yıldızları saymaya çalıştığım, yağmuru hissettiğim, dilimin üzerinde eriyen kar tanesinin soğukluğunu duyduğum ilk gün. Bugün güneşi ilk görüşüm.

Büyük salonda önüne sunulan, daha doğrusu babası Yüce Kral'ın önüne sunulan, mahkûm resmen parlıyordu. Hayır hayır, edebiyat yaptığım düşünülmesin. Çocuk cidden parlıyordu.

Kral'ın yüzündeki ifadeden, hizmetçilerin, şövalyelerin yüzündeki ifadeden bunu genç Prens hariç kimsenin göremediği belliydi. Zaten Prens Louis de buna inanamıyordu. Mahkûmdan başka bir şeye bakmayı gözleri reddediyordu. Yıldız ışıklı, altın renkli bir hâleli arkaplana yalnızca yerdeki dizleri üzerine çöken mahkûm eşlik ediyordu. Dünyada yalnızca o vardı. Babası, krallık, odadakiler, bu saray, bu şehir, hatta abartıyla ekliyordu ki bu gezegen bile yoktu. Yalnızca içinde ikisinin olduğu bir evren. Kalbi patlıyordu, elleriyle ne olduğunu anlamak istedi, bunu odadaki mahkûmdan başka kimse görmüyordu bile. "Prensim, neyiniz var?" diye soran yoktu, onda bir sorun olduğunu anlayan bile yoktu.

so we can start it all over againTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang