6, başımıza neler geldi

200 31 7
                                    

"Özür dilerim."

"Daha kaç kere özür dileyeceksin, Minho? Kolu kırılan sensin. Asıl ben özür dilemeliyim."

"Nedenmiş?"

"Seni tek başına kaykay sürmeyi denememen için uyarmalıydım."

"Tek başına binilmemesi gerektiğini bilerek bindim ve özür dilemeliyim."

Taksinin kapısını açarken bilmem kaçıncı kez Minho'ya özür dilememesini söylüyordum ama asla beni dinlemiyordu. Ona kapıyı açmam üzerine teşekkür etti ve arabaya bindi, ben de hemen peşinden binip yanına oturdum. Minho şoföre adresini verirken alçısını inceliyordum. Araba hareket ettiğinde Minho kafasını bana çevirdi ve ben de alçılı koluna dikili gözlerimi kaldırıp yüzüne baktım.

"Üzerine bir şeyler karalar mıyız?" dedim gülümseyerek. O da güldü ve başını salladı. Sonra yüzü düşer gibi oldu. 

"Ne oldu?" diye sordum. 

"Bir şey olmadı. Neden?"

"Moralin bozuldu gibi geldi." Zaten çocuğun kolu kırılmıştı ve üstüne ben de saçma sapan sorular soruyordum. Bunu fark edince boğazımı temizledim ve yüzüme daha anlayışlı bir ifade oturtmaya çalıştım. "Tabii söyle diye ısrar edemem ama..." deyip sustum. Gerçekten düzgünce iletişim kuramıyordum ben. 

"Sadece arkadaşlarımı düşündüm bir an. Koluma bir şeyler çizebilirlerdi ve anı olarak kalırdı."

"Ah, anladım..." diye mırıldandım, dışarıya bakınan gözlerini inceledim birkaç saniye. Sonra ben de yanımdaki pencereye dönüp yolu izledim.

Yaklaşık 15 dakika sonra evine ulaşmıştık ve daha önce dediği gibi ikimizin evleri yakın civardaydı. Bu yüzden taksiye parasını ödeyip beklemesinin gerekli olmadığını düşündüm. Bir süre Minho'nun yanında kalsam ve evde ona yardımcı olsam iyi olabilirdi. Sonuçta alçısı tazeydi ve acısı sürüyor olabilirdi. 

"Minho, aslında eve çıkmana yardım edecektim sadece ama istersen birkaç saat daha yanında kalabilirim."

"Babam gelene kadar kalsan iyi olur. Ona pek de güzel bir sürpriz olmayacak."

Oturdukları dairenin kapısında durduğumuzda ikimiz de bir süre durakladık. Sonra Minho bende olan sırt çantasına döndü ve ön cebinden anahtarı çıkardı. Kapıyı açıp içeri girdiğinde ben de peşinden içeriye adımladım ve ona döndüm. 

"Sen otur şöyle, ben de üstümü değiştirip geleyim." dedi ve küçük bir telaşla odasına yöneldi. Evin girişinde bulunan geniş salonda dolaştırdım bakışlarımı birkaç saniye. Çok sade ama tatlı bir dekorasyonu vardı. Hoşuma gitmişti. Koltuklardan birine geçtim ve Minho'yu beklemeye başladım.

Aradan 5 dakika geçti, 10 dakika geçti. Minho ise hala gelememişti. Artık meraklanmıştım ve ayaklanıp kontrol etmeye gidecektim ki Minho yüzünde garip bir ifadeyle salona girdi. Üstünü süzdüğümde kıyafetlerini değiştirmemiş olduğunu gördüm. 

"Şey, Jisung..."

"Minho, ne oldu? Üstünü neden değiştirmedin?" dedim kaşlarım havalanırken.

"Değiştiremedim ya." 

"Nasıl?" Gözleri bir benim üzerimde bir yerde gidip geliyordu. Aslında neden olduğunu anlamıştım ve yavaşça ayağa kalktım. Ben ona adımlarken hala açıklamaya çalışıyordu ama buna çok da gerek yoktu çünkü çoktan önünde durmuştum. Sadece cümlelerini bitirmesini bekledim.

"Kolumu kaldırmaya korktum biraz. Yani, işte alçı yeni olduğu için..." 

"Anladım, sorun yok." dedim ve ellerimi tişörtün eteklerine koydum.

Bir süre durup izin ister gibi gözlerine baktığımda başını salladı. Bunun üzerine tişörtün bir ucunu elimden geldiğince dikkatli olmaya çalışarak yukarı sıyırdım ki sağlam kolunu çıkarabilelim. Önce sağ kolunu tişörtten sıyırdık, sonra da alçıda olan sol kolunu.

Tişörtü çıkartmanın etkisiyle saçları biraz dağılmış ve elektriklenmişti. Kafasını, saçlarını gözünün önünden çekmek amaçlı, hafifçe sağa sola savurduğunu görünce takındığım ciddi ve dikkatli ifadeyi bozmadan elimi tekrar kaldırdım ve saçlarının yatışmasını sağladım. Saçları oldukça vahşi ama bir o kadar da yumuşak duruyordu. Kestane rengi saçlarını düzeltirken beni izlediğini hissedebiliyordum. 

Rahatsız olacağını düşünerek gözlerimin aşağıya kaymasına izin vermedim. Görüş açımda sadece yüzü ve omuzları vardı. Elimden geldiğince az temas ederek yanında getirdiği tişörtü ona giydirdim. 

Boğazımı temizleyip geri çekildim. O da bir teşekkür mırıldandı. Sonra içecek bir şeyler ister miyim diye sordu. Şu an kesinlikle içecek bir şeyler lazımdı, dilim damağım kurumuştu.

"Bekle de ben koyayım." dedim, mutfağa gittiğini görünce peşinden gittim.

"Meyve suyumuz ve... kolamız varmış."

"Bardaklar?" dedim. Yerini gösterdi. İki bardak çıkardım ama o istemediğini söyledi.

Onunla bugün biraz fazla yakın kaldığımız için kafam dağınıktı. İlk defa tam olarak tanımadığım biriyle bu kadar uzun süre takılmıştım ve evinde bulunmuştum. Buluşmadan önce sadece 3 kere iletişime geçmiştik. Birincisi bana yazdığı akşamdı, ikincisi ona buluşma teklif ettiğim sabahtı ve üçüncüsü evden çıktığımı söylediğim ve buluşacağımız yerin konumunu attığım mesajdı. Anlayacağınız, bu hafta kendimi aşmıştım.

"Babamın tepkisini çok merak ediyorum." dedi düşünceli bir şekilde. Bakışlarını yüzüme çıkarıp inanamıyormuş gibi güldü ve başını iki yana salladı.

"Sadece biraz takılacaktık ama başımıza neler geldi." dedim ben de gülerek. Bunu söylemem doğru muydu bilmiyordum ama böyle hissediyordum. Söylediklerimin ona kötü hissetmemesini umdum.

"Doğru, günümüzün yarısından fazlası hastanede geçti." dedi. Durum trajik bile değildi ama gülüyorduk. Sadece rahatsız edici bir olaydı.

"Babamın gelmesine yarım saat var."

Babasına nasıl açıklayacağımızı düşünürken gerginlikten dudaklarımı kemiriyordum. Sonuçta oğlu bana emanetti çünkü burayı tanımıyordu ve rehberi bendim. Kaykayı ben yokken denemesi onun hatası olda da suçlu hissetmekten kendimi alamıyordum. Öte yandan babasıyla ilk defa karşılaşacaktım.

Tekrar Minho'ya döndüğümde içimi rahatlatmak ister gibi gülümsedi. Dudaklarının kıvrılışı beni ısıtırken bir nefes verdim. Onu iyi tanımasam da beni iyi hissettiriyordu.

son of my dad's friend, minsungWhere stories live. Discover now