2

243 27 1
                                    

Alexander yine gelmişti sevgilisini görmeye. Hasretinden dayanamıyordu ki. Rüyalarını ele geçirmişti Mehmet. Alexander sevgilisinin gülüşünü, gamzelerini, ışıl ışıl parlayan kahve gözlerini çok özlemişti. Türklerin gözleri çoğunlukla kahverengiydi ama Mehmet'in kahve gözleri bir başkaydı sanki.

Diğer askerler onun aksine esir Türklerin acizliğiyle eğlenmek için gidiyordu. Şehirde söylentiler başını alıp yürümüştü. Halkın bir kısmı Yunanlıların katiyen Türklere acımadığını düşünse de, bir kısmı da görevli zabitlerin esirlere gizlice yemek yedirdiğini düşünüyordu. Tabii bunlar söylenti miydi, yoksa kamuoyuna Yunanlıları iyi göstermek için çıkarılan söylentiler miydi bilinmiyordu.

Alexander ikincisini umuyordu.

Esirlerin tutuldukları yer dışarıda olsa bile etrafı dikenli tellerle çevrilmişti. Tellerin aralarında Türklerin sıkıştırdıkları kıyafetler vardı. Kimisi yemek de bırakmıştı. Yunanlılar o kadar merhametliyse neden buradaydı bunlar?

Alexander yürürken gözüne bir Türk kadını çarptı. Kadının Türk olduğunu çicekli yazmasından anlamıştı. Mehmet'in annesi Emine Hanım da takardı böyle yazmalar. Neredeyse Emine Hanım'ın elinde büyümüştü. Unutur muydu hiç?

Kadının yanında bir oğlan çocuğu vardı. Oğlan, birden kadının elini bırakıp tellere doğru koşmaya başladı. Kadın peşinden giderken bir yandan bağırıyordu. Evet, Alexander yanılmamıştı. Kadın Türkçe konuşuyordu.

"Hasan, oğlum bekle!" Yanındakiler çok yüksek ihtimal kadının ne dediğini anlamamıştı. Ancak Türkçe olduğunu hepsi anlamıştı. Onlar kadın ve çocuğa dik dik bakarken Alexander sevgiyle bakıyordu onlara.

Küçük çocuk tellere dokunduğunda elleri kesildi. Acıyla elini çekmişti. Başını ağlamak için eğecekken birden gözleri ışıldadı. Elinin acısına ağlarken bir yandan bağırmaya başladı.

"Baba! Babacığım! Anne babam orada!" Esirlerin önlerine dönmesi yasaktı. Sadece Mehmet ve o genç babanın yanındaki esirler adamın ağladığını işitti.

Genç kadın yaptığı yemeği tellerin önüne bıraktı ve Yunan zabitlerine baktı. Sonra da tellerin önüne bırakılmış onlarca kap yemeğe...

Yavaş yavaş donuyorlardı ve çoğu bacaklarını hissetmiyordu. Bu haldeyken bile Türk esirler titrememek için çaba gösteriyordu. Mehmet kendini zorlayarak yanındaki askere fısıldadı. "Güçlü kal. Sevindirme şu gavurları."

Sesinin çıktığını duyan bir Yunan zabiti gözlerinden ateş çıkarak yanlarına geldi. Tüfeğini Mehmet'in başına dayadı ve bağırdı. "Konuşmak yasak demedik mi? Anlamaz mısın Turko?" Zaten Yunan zabitleri ve Yunan halkı Türkleri öldürmeye meraklıydı.

Mehmet cevap vermedi. Onları o halde gören Alexander'ın yüreği hızla atmaya başladı. Sevdiğini öldürecekti o zabit! Diğerlerinin ne düşüneceğini umursamadan içeri koştu. Mehmet'e tüfeğini uzatan askerin yanına gitti.

"Nöbet değişimi."

Neyse ki yetişmişti.

Ancak Mehmet, duyduğu tanıdık sesle başını yukarı çevirmiş ve sevgilisiyle göz göze gelmişti. O an sanki yüreğine binlerce çivi saplanmıştı. Ölseydim ya. Diye düşündü. Seni böyle göreceğime ölseydim Alex.

Alexander, sevgilisinin gözlerindeki kırgınlığı gördü. Yanındakiler bir şey anlamasın diye olabildiğinde normal bakmaya çalıştı. Onun yüreği de Mehmet'inkinden farksız değildi. Bağışla beni Mehmet'im.

Yunan zabiti homurdanarak tüfeği indirdi ve binaya ilerledi. Alexander'ın arkasından gelen diğer zabitler nöbeti devraldı ve o, sevgilisi donarken sıcak binada saatlerce onu izledi.

Alexander'ın mektupları Where stories live. Discover now