39-) "Canavarın İni."

4.8K 261 240
                                    

.

Матрёшка

Bölüm Otuz Dokuz 

''Canavarın İni.'' 

Ш

''İlla ki bir şey yapması gerekmiyor,'' diyordu Yekta kızarak, ''Sana bakarken bile yakalarsan sık gitsin!''

Ve belki de biber gazını istediğim zaman kullanabileceğime dair bana ettiği onlarca tembihten biriydi bu, her seferinde beni bir savaşa gönderiyormuş gibi hazırladığından emin olarak uğurlardı. Yine arabadaydık okulun bahçesinde lakin inmek ve bir türlü kazana dönmüş kafama alamadığım boğucu derslere katılmak istemiyordum; yine de bir şey söylemedim. Geçen gün Kuklacı'yı o kızla giderken gördüğümden beridir bir huzursuzluk vardı zaten içimde ve bunu Yekta'ya yansıtmak istemedim, kesinlikle bunun peşinden giderdi.

Fakat ben inecekken telefonu çaldı, daima kimlerle konuştuğuna dair abartılı bir merakım olduğundan ötürü de bekleyip konuşmasını dinledim. Başta gayet rahat bir şekilde açtı telefonu lakin birkaç saniye sonra tepkisi değişti, kaşları çatıldı ve yüzüne uysal bir görünüm veren kıvrımları ciddi bir ifadeye evrildi.

''Nerede şimdi?'' dediğinde ben de iyice yaklaştım ona hattın diğer ucundan konuşan kişiyi duyabilmek için ama kalın bir erkek sesi olduğu dışında hiçbir şeyi anlayamadım, ne konuştuklarını seçemedim. Anca telefonu kapatınca sorabildim ben de, ''Ne oldu?'' diye lakin Yekta'nın acelesi vardı, hemen motoru yeniden çalıştırdı, ''Git sen okuluna,'' dedi. ''Yaren ile ilgili.''

Kapının kolunda kaldı elim, hareket etmeden yalnızca Yekta'yı izledim sessizce. O da çoktan inmemi beklemiş olacaktı ki sorgularcasına baktı bana tekrardan ve sonunda da Yaren için endişelendiğimi düşünmüş olacaktı ki üstünkörü bir ağızla, ''Hastaymış,'' diye açıkladı. İçimi dindirdiğine, merakımı giderdiğine ve dolayısıyla da artık rahatça gidebileceğime inanıyordu sanırım ama derdim Yaren'in nasıl olduğuyla ilgili değildi. Hayır, hiç de bile.

''Sen neden gidiyorsun?'' diye sordum aksine ama şaşırmadı, kızmadı da, kötü bir niyetle sorduğumu düşünmedi sanırım ve ''Neden gitmeyeyi-'' diyecek gibi oldu ama aynı şekilde soğuk bir sesle, ''Doktor musun ki?'' diye sordum. Bu noktada artık bir şeylerin tersliğini sezdi ve bana garip bir bakış attı, sanki ne yapmaya çalıştığımı anlamak için uğraşıyordu.

''O ne demek şimdi?''

Bu tavrımın net bir şekilde hoşuna gitmediğinin farkındaydım ama elimde değildi, son zamanlardaki gerginliğim de biniyordu bütün bunların üstüne ve sonuçta baş edemeyeceğim hassas bir kişiliğe dönüştürüyordu beni. Yine de daha fazla onu kızdırmak istemedim ve uysal bir sesle, ''Ben de gelmek istiyorum,'' diye ortamı yumuşatmaya çalıştım.

''Gerek yok,'' diye karşılık verdi Yekta da. Biraz daha kendimi tutmasaydım, onunla yalnız kalmak istediğin için böyle söylüyorsun, diyecek ve ortalığı birbirine katacaktım belki de ama kendimi tutmak konusunda olağanüstü bir çaba sarf ettim, ''Geleceğim,'' diye direttim. Belki okula gitmemden zaten halihazırda hoşlanmadığı için belki de benimle inatlaşmakta bir fayda görmediği için, bilmiyorum ama daha fazla uzatmadan kabul etti ve derin bir nefes aldı arkasına yaslanırken.

Yol boyunca ikimizden de ses çıkmadı. Benim aklım basitçe yine karamsar düşüncelerdeydi, kendi yarattığım karanlıkta boğulmak gibi ahmak huylarım olduğundan ötürü stresten istisnasız her seferinde tırnaklarımın kenarlarındaki etleri çekiştirir ve etrafıma hızlı bakışlar atarak tarardım. Gergindim elbet, Yekta'nın varlığı da yokluğu da geriyordu beni. Yanımdaysa beni terk edeceğinden, uzaktaysa da hiç geri gelmeyeceğinden ötürü paranoyaya kapılırdım daima.

Matruşka'nın KalbiWhere stories live. Discover now